MIS’RIN HAZİNESİ DEĞER GÖZLERİN





Merhabalar

 

Giriş için kusura bakmayın lütfen hem samimi hem platform dijital olduğu için kısmen kurumsal hem benlik hem de değillik bir giriş nidası bulamadım. 

 

Bu yazıyı Mısır konusunda fazlaca aldığım dönüte istinaden yazma kararı aldım. Öyle ki bu süreçte bir bloğum olduğu hatırlatıldı. Bir takipçim gezi yazılarımı buraya yazabileceğimi ve insanların faydalanabileceğini söyledi, haklıydı. Bu fikri veren takipçime teşekkür ederek Mısır’la ilgili kişisel deneyimlerimi paylaşmak üzere yazıma başlıyorum. 

 

Mısır seyahatine karar verme ve gezinin evrilme sürecini paylaşarak başlayayım. Kişisel tekamülümde Batı’ya karşı son hızla politik bir defans geliştirmeye devam ediyorum. Medeniyet dendiğinde akla ilk Batı’nın geldiği ve bunun nasıl da bizlere kanıksatılan politik bir öğreti olduğunu fark etmek canımı çok sıktı. Bizim kuşakta modernizmin en yetkin komplekslerini görmek mümkün. Bu kompleksler tarafından o kadar kolektif bir şekilde büyütüldük ki onların birer zırvalıktan ibaret olduğunu anlamam yıllarımı aldı. Batı fetişizmi bu komplekslerin şemsiyesi diyebiliriz. Büyüdüğümüz dünyada adaleti Batı tesis ederdi, hukuku Batı icra ederdi, ilerleme dediğimizde akla ilk Batı gelirdi, dünyanın geri kalanı olarak bizler, Batı’nın asırlarca önce geçtiği yolları geçmekteydik. Ronald’ın Şarkısı’yla başlayan beyaz adamın yükünü kendimize sorumluluk belleyip hür irademizle bunun ameleliğini yapmışız. Hür irade! Neyse konumuz bu değil biliyorum ama yazmak istedim çünkü Mısır’a gitmek benim için alt tarafı Mısır’a gitmek değildi. Ben aslında teknik olarak yüzümü bu kadar Doğu’ya dönmeye başladım. Şu an idraki içimi huzurla dolduran Doğu, yıllardır gönüllü bir katılımcısı olduğum batı fetişizminin pişmanlığını silip götüren bir heyecan getirdi hayatıma. Ben Mısır’a işte bu heyecanla gitmek istedim. “Daha Avrupa’da gitmediğin bir sürü yer var, neden Mısır?” diye soranlara da “Düşünsel hayatımda öze dönüyorum, Doğu’yu solumaya ve yaşamakta olduğum düşünsel dönüşümün sağlamasını yapmaya ihtiyacım var.” diyordum. Tabi Batı’nın schengen tribine tenezzül etmeyen Doğulu bir asaletin de etkisi olmadı değil. 

 

Ben bir seyahat planlarken internette ulaşabileceğim bilgilerle pek tatmin olmuyorum, gittiğim yeri oranın sakini gibi gezmeyi ve chatgbt’ye sorduğunuzda veremeyeceği deneyimleri keşfetmeyi isterim. Bu arzumu gitmeden önce hakkıyla plana dökemesem de seyahat esnasında muhakkak şehrin önüme getirdiği sürprizlerin peşine takılarak gerçekleştiririm. Mısır bunun için mükemmel bir ülkeydi. Eğer plan, program, kural, sabitlik ve netlik gibi takıntıları olan başak burcumsu biri değilseniz Mısır gibi bir ülke sizin için bulunmaz bir nimet. Ben sabit bir plan çerçevesinde tam bir Alman edasıyla yeni ve mümbit bir kültürün içine dalmayı sevmiyorum. İnsanız biz, hayat da sürprizlerle dolu. Sizinkinden bu kadar farklı bir kültürü görmeye gidiyorsanız önceden hazırladığınız plan akışını şehrin gölgesinde bırakıp hakimiyeti şehrin bizzat kendi akışına bırakmak lazım. Bu tamamen plansız bir şekilde alın çantayı gidin demek değil tabii ki. Kaldı ki ben gitmeden önce 15 sayfalık bir doküman hazırladım, 12 gün boyunca saati saatine yapılacaklar belliydi. Bu listeyi daha önce Mısır’a giden tanıdıklarımın deneyimlerinden, bugüne kadar Mısır’a dair bildiklerimden ve birlikte gittiğimiz ekibin beklentilerinden hareketle oluşturmuştum. Bu sebeple her ne kadar belirli bir plan olsa da son derece interaktif bir içerik olmuştu. Yazının devamını hem o doküman hem de seyahat sonrasındaki kişisel kanaatlarim doğrultusunda kaleme alacağım. 

 

Mısır’ın para birimi bizden düşük, Türk lirasının daha kıymetli olduğu nadir bir seyahate çıkıyoruz. Genç nüfusu yüzde yetmişlerde olan aşırı dinamik ve maalesef aşırı fakir bir ülke. Asgari ücretleri 2.400 cuneyh gibi bir rakamdı ki bu Mısır’da üç market alışverişi demek. Yani asgari ücret düşük ama enflasyonları yoktur demeyin, enflasyon da var ve gerçekten iki günlük market alışverişimiz 1000 cuneyh tutmuştu, buradan hesap edin. Ülkenin bu kadar fakir olması haliyle tüm sosyokültürü şekillendiren en temel dinamik olmuş. Yediden yetmişe herkes para kazanmaya çalışıyor, bu bir yandan da yediden yetmişe herkesin sizi dolandırmak istediği anlamına geliyor maalesef. Mısır’da sürekli ne kadar dolandırıldığınızı fark edeceksiniz: “aa suyu ne kadar ucuza aldım” sanırken bir başka mekanda aslında az önce kazıklandığınızla yüzleşeceksiniz. Aşırı zengin biri değilseniz bu konuda sürekli teyakkuz halinde olmanız gerekiyor. Ben bahisleri geldikçe dikkat etmeniz gereken kalemleri yazmaya çalışacağım. 

 

Yazıya geçmeden önce bir giriş daha yapmak isterim. Türkiye’de Mısır dendiğinde instagram ve popüler kültür gereği akla hemen Sharm el Şeyh geliyor artık. Dönüşen kültürde Sharm’ın forsu, asırlardır dünyanın cazibe merkezi olan piramitleri bile geçmiş durumda. Özellikle balayı çiftlerimiz Sharm’da bir otele gidiyor ve sadece Sharm’da yapılan safari turu ile dalış etkinlikleri için otelden çıkıyor. Günübirlik Kahire’ye bile gitmiyorlar neredeyse. Bu olgunun bir şehir efsanesi olmasını isterdim ama Sharm’ın yüzde 65’inin Türk ve çoğunun otellere gelen balayı çifti olduğunu görünce içime sindim. Yargıladığımı sanmayın lütfen, sadece böyle bir tatil planlıyorsanız bu yazıyı okumakla hiç vakit kaybetmeyin derim. Eşinizle aşk yaşayacaksanız mutluluklar dilerim, yeni bir ülkeyle aşk yaşayacaksanız devam edelim :)

 

Biz 5 kadın arkadaşla birlikte takriben 11 günlük bir gezi planı yaptık. Ekibimizde 2 öğrenci, 3 çalışan bütçesi vardı. Haliyle tam bir fiyat performans gezisi planladık. Yani bu seyahat maddi olarak ortalamanın bir tık üstünde seyretti. Ben maddi anlamda taviz verdiğimiz ve vermediğimiz noktalarla birlikte sizlere detayları da aktaracağım. Bu süreçte kullanacağım emir kipleri için şimdiden affınıza sığınıyorum. Yazıyı daha sade bir iletişim dilinde kaleme almaya çalışacağım için cümleleri kısa tutmak adına emir kiplerine tevessül edebilirim.

 

Adım adım gitmek adına havalimanından inişle başlıyorum. Bildiğiniz üzere Mısır Türkiye’ye vizeyi tamamen kaldırdı. Ülkeye girişte kapı vizesi alıyorsunuz. Bu vizenin ücreti 25 dolar, zaten üzerinde yazıyor ama Mısır halkı görüp görebileceğiniz en dolandırıcı milletlerden biri olduğu için ülkeye girer girmez dolandırmaya başladılar. 25 dolarlık kapı vizesini deli gibi karşı çıkmamıza rağmen bize 30 dolara sattılar. Yanınızda bozuk 25 dolar bulundurun, zira muhtemelen 30 dolar şeklinde hesap kesip para üstünü ona göre vereceklerdir. Siz direkt kapı vizesinin 25 dolar olduğunu, vizenin üzerinde de böyle yazdığını söyleyip 25 doları bırakıp çıkarsınız. Şimdi bu noktada duygusal bir deneyim aktarayım. Biz Türkler olarak ne kadar Ortadoğu kültürüne hâkim olsak da azami oranda Batılı psikolojisinde büyümüşüz. Bize göre resmî bir görevli tanımlı hukukun dışına çıkmaz, dolandırma-pazarlık gibi olaylar olmaz. Bu yüzden resmî görevlilerle karşılaşırken hiç bu kalemleri düşünmeyiz ama Mısır’a gelirken bu psikolojiyi Türkiye’de bırakın çünkü burada resmî görevli/devlet temsili diye bir şey yok. Olduğu yerleri ben size yeri geldikçe yazacağım. Bu adam 30 diyorsa 30’dur, çatışmaya girmeyeyim diye çekinmeyin, direkt 25’i bırakın geçin. Bu bahsi neden bu kadar uzattım? Seyahatiniz boyunca sürekli bu durumla karşılaşacaksınız.  

 

Vizemizi alıp ülkeye giriş yaptık. Uzun kalacak ve birbiriyle iletişim kurması gereken kalabalık bir grupsanız hat almak isteyebilirsiniz. Vodafone ve etisalad mı neydi öyle bir operatör standıyla karşılaşacaksınız. Fiyat performans noktasında etisalad’tan hatlarımızı aldık. Bunlar daha önce başkaları tarafından kullanılmış, ucuz yollu, şebeke sorunu yaşatmayan hatlardır. İlk bir yarım saat, 40 dakika kadar hat açılmıyor, açılma sürecini oralarda bekleyebilirsiniz ama beklerken tedirgin olmayın çünkü bir süre sürüyor açılması. Bu arada pazarlık yapmaya burada başlayabilirsiniz. Resmî bir stanttır, fiyatlar sabittir diye düşünmeyin. Genel olarak Mısır’da su alırken bile pazarlık yapmanız gerecek çünkü ortalama 10 cuneyhlik suyu size 100 cuneyhe satmak isteyen de çıkacaktır. Aldığınız hatları alakasız numaralar arayabilir, tedirgin olmayın çünkü bu hatlar daha önce birileri tarafından kullanılmış oluyor. Şayet hat alacaksanız arkadaşınızla birbirinizi arayıp numaralarınızı edinin, seyahat esnasında birilerine numaranızı vermeniz gerekecek; rehber, şoför, tanıştığınız insanlar vs. 

 

Mısır’da taksiciler ve araç kiralama opsiyonları üzerine de bir bahis açmak şart çünkü Türkiye’nin trafik kültürüyle uzaktan yakından alakası olmayan bambaşka bir simülasyona gidiyorsunuz. Bu kısmı özellikle araç kullanmayı planlayan varsa dikkatle okusun. 

 

Mısır’ın trafiğine 10 gün boyunca aralıksız şaşırdık diyebilirim. Korkunç bir kaostan ibaret. Trafik kuralı namına hiçbir şey yok, ışık, yaya geçidi vs hak getire. Bir ara Kahire’de bir iki ışık ve yaya geçidi filan görüp şaşırdık ama onlar da bir işleve sahip değildi zaten. Velhasıl trafikte tek bir kural bile yok, trafik resmen yeknesak kornayla akıyor. Yerel halkın kendi aralarında bir trafik dili oluşmuş. Bunlar nasıl kaza yapmıyor diye şaşıra şaşıra geçirdik 10 günü. Araç kullanmak isteyenlere trafiğin resmini çizeyim, ona göre kendiniz karar verirsiniz. Bu arada biz de araç kiralamayı düşünüyorduk ancak aldığımız dönütler doğrultusunda bunun pek de akıl karı olmadığına kanaat ederek vazgeçtik. Bazı şehirlerde çok yoğun bir trafik var, bazı şehirler nispeten daha sakin. Belki bu dinamiğe göre vaziyet alır kimi şehirlerde araç kiralarken kimilerinde lokal ulaşım ağlarını tercih edersiniz. Hurgada’da trafik biraz sakin, burada araç kiralama riski göze alınabilir ama bence gerek yok çünkü taksiciler çok abartılı dolandırmıyor, 15 cuneyhe plajdan otele ulaşım sağlayabildik (pazarlıkla tabi). Araç kiralandığını varsayıp devam edelim. Şehirlerarası ulaşımı da sağlamak adına Hurgada’dan Luksor’a aracınızla gittiniz diyelim, Luksor trafiği yoğun ve çok absürt. Sadece şehirler arası transferin daha konforlu olması adına bu şehir içi trafiğiyle boğuşmak tercih edilebilir mi? Bilemiyorum Altan…. Luksor’dan Kahire’ye zaten takriben 10 saatlik bir yol var. Güvenlik sebebiyle şehirler arası araba yolculuğu önerilmiyor ama hadi göze aldınız ve Kahire’ye araçla gelebildiniz diyelim. Allah korusun tabi ama burada kaza yapmama ihtimaliniz var mı bilmiyorum… İstanbul trafiğinin on katı bir akış var ve tüm bu akışın sıfır kuralla olduğunu düşünürseniz epey ürkütücü. Kahire’den araçla İskenderiye’ye gittiniz, şehirler arası yol sıkıntı olmaz burada çünkü çölden geçmiyorsunuz. İskenderiye’de trafiğe çok takılmıştık. İzmir Alsancak gibi bir şehir ve neredeyse tek ana yol hayal edin, haliyle yoğun bir trafiği var. Özel araç burada da pek konforlu bir tercih değil. İskenderiye’den Sharm’a şahsi aracınızla geçmek tam bir çılgınlık çünkü çöl boyu gideceksiniz. Güvenlik riski olmakla beraber Sisi yönetimi yer yer durdurup darlayabiliyor. Tüm bunları da göze alıp Sharm’a takriben 8 saatte geldiniz diyelim. İşte şahsi aracınızı en verimli hatta tek verimli kullanacağınız şehirdeyiz. Yollar stat gibi maşallah geniş geniş, nüfus yoğun değil ve trafik yok. Sharm’a gidenler genelde otellerde konakladığı ve otel dışına pek çıkmayan balayı çiftleri olduğu için ulaşımda majör bir sorunla karşılaşmazsınız. 

 

Sonuç olarak araç kiralamak isterseniz de o aracın kazasız belasız teslimi çok zor, bu riski göze alırsanız ve ben o kaotik trafiğin tadını çıkarmak isterim derseniz siz bilirsiniz. Biz kendimize o kadar güvenemeyip yerel ulaşım ağlarını kullanmayı tercih ettik. Şimdiki aklım olsa Sharm’a gittiğimde araç kiralardım, zaten İstanbul’a dönüşü Sharm’dan yaptık, aracı bırakır dönerdim. Sharm için şahsi araç çok verimli olurdu ama diğer hiçbir şehir için bunu söyleyemiyorum. Milletinin her ferdini seven bir vatandaş olarak araç kiralamamanızı, “Türk gençleri Mısır’da kaza yapıp hayatlarını kaybetti” haberleriyle bizi mahvetmemenizi öncelerim. Velhasıl araç kullanman guzummm. 

 

Araç kiralamayacaksak gelelim taksi bahsine. Bazı şehirlerde über ve indrive çalışıyor bazılarında ise sadece taksi var. Biz indrive’ı Sharm’da, yani gezimizin son durağında öğrendik, siz gittiğiniz şehirlerde çalışıyor mu diye bir yoklarsınız çünkü en avantajlı uygulama bu. 

 

Mısır’da benzin çok ucuz ama taksicilerin dolandırıcılık performansları çok yüksek olduğu için fiyatlar yine de can sıkıcı olabiliyor. 15 cuneyhlik mesafe için sizden 500 cuneyh isteyen arsızlar da çıkacaktır. Taksi konusunda eğer aplikasyonlar dışında hareket ediyorsanız her defasında pazarlık yapabilirsiniz. Pazarlık hususuna bir örnek diyalog yazayım, mesela adam sizden 10 dakikalık yol için 400 cuneyh istedi ama önceki deneyimlerinizden max 200 cuneyh verilmeli şeklinde kanaat ettiniz, pazarlık ettiniz ama fiyatta inmedi mi? O zaman teşekkür edip başka taksiciye geçin, o sırada adam peşinizden gelecektir. Taksiciler arasında deli bir karaborsa kültürü var, mümkün mertebe uygulamalardan taksi çağırmaya çalışın ama her zaman bu mümkün olmuyor. Bu yüzden taksicilerin kültürüne dair kendinizi hazır edin ki her gün ortalama 500 cuneyh dolandırılmayın… Diyelim ki 200 cuneyh dediniz ve taksici hemen tamam dedi, bilin ki dolandırıldınız çünkü muhtemelen o yolu 50 cuneyhe giden de bulursunuz. 

 

HURGADA 

 

Şimdi adım adım gidelim; hattımızı aldık, havalimanında exchange yapın, yüksek meblağlarda çevirmenize gerek yok, biz 1-2k cuneyh dolaylarında çeviriyorduk. Zaten gezerken yer yer atm göreceksiniz, bazıları çok eski oluyor, yeni atm gördüğünüzde hemen sorunsuz exchange edersiniz. 

 

Hattın açılmasını bekledik ya da nasılsa açılır diye güvenip yola koyulduk. Taksiciler çevrenizi sarmaya başlıyor… Buna da alışın çünkü taksiciler orda yamyam gibi olabiliyor. İndiğiniz şehirde über/indrive varsa hemen taksi çağırır otelinize gidersiniz. Biz gece indiğimiz için direkt dinlenmeye geçtik çünkü sabah erkenden marinaya gitmemiz gerekiyordu. 

 

Havalimanı olduğu ve oraya giden uçuş diğerlerine göre nispeten daha ucuz olduğu için ilk şehir olarak Hurgada’yı planladık. Hurgada, Mısır dendiği takdirde akla gelen elzem şehirlerden biri değil, belki ilk kez duyanlarınız olmuştur. Bu sebeple Hurgada’yı biraz anlatmak isterim. Hurgada, Kızıldeniz’in en mükemmel limanlarından biri. İçerisinde Giftun Adası var ki zaten Hurgada’ya gidenlerin günü geçirecekleri esas yer burası olmalı. Giftun’un denizi sürekli Maldivler’le kıyaslanıyor. Bu uğurda duyduğumuz cümleler: “Maldivler’e de gittim ama buranın denizi Maldivler’den daha güzel. Henüz pek keşfedilmediği için doğal zenginlikleri hiç yıpranmamış. Mısır’ın Antalya’sı. Maldivler’de Giftun kadar konforlu ve zengin bir plaj yok.” minvalindeydi. Ben Maldivler’e henüz gitmedim ama yakın zamanda giden arkadaşlarımla görüntü içeriklerimizi ve deneyimlerimizi karşılaştırınca bu yorumların son derece tutarlı olduğunu gördüm. Yani Hurgada gerçekten sizlere minik bütçeli bir Maldiv deneyimi sunacaktır.. Hurgada için bizim Midyatımızın daha fakir hali hatta Palmiyeli Midyat diyebiliriz :) Denizi ve adası mükemmel ama şehir çok dökük, her yerde inşaat var çünkü belli ki Hurgada’yı Sharm bandında bir yere dönüştürmek istiyorlar. Bu sebeple her yerde lüks inşaatlar var, inşaatların lüks olması bir şey değiştirmiyor sonuç olarak şehir koskoca bir şantiye! Ama Giftun için bu şantiyeye gidilir mi? Gidilir… Kocaman Giftun Adası’nda sadece iki tane özel işletme var. İnternet üzerinden tercihinize göre rezervasyon yapıyorsunuz, bunlar sizi Hurgada marinadan alıyor ve botlarla birlikte Giftun adasına götürüyor. Orange by ve Mahmya plajları vardı yanlış değilsem. Biz Mahmya’yı tercih etmiştik ve mükemmeldi. Eğer Orange by içinize sinmişse benim tercihim sizi yanıltmasın, birbirinden çok farklı olduğunu sanmıyorum. Bu plajlarda her türlü yiyecek ve içecek mevcut. Dilerseniz yemekli paket rezerve edersiniz dilerseniz orda tercih yapmak üzere bırakırsınız hatta para harcamak istemiyorum derseniz yapın sandviçlerinizi gidin. Bir şey yiyip içmek zorunda değilsiniz, zaten plajın ücretini ödediniz ki takriben 30 euroydu (Yemekli 50). Burası size kalmış. Bu arada eğer yüzmeyi çok seviyorsanız kesinlikle dalış ekipmanlarınızı yanınıza almalısınız, özellikle kaliteli bir deniz gözlüğünü unutmayın. Hemen plajda mercan resifleri başlıyor ve ayaklarınızın dibindeki balıkları görmeyecekseniz niye gittiniz?  

 

Adaya düzenlenen turlar sizi günbatımıyla marinaya geri getirecek. Günbatımı dediğime bakmayın baya dümdüz bir batış işte. Günbatımını izlemeye yüksek bir ihtimam gösteren biri olduğum için size günbatımı fırsatlarını da yazacağım endişelenmeyin :) Hurgada’da gezilecek hiçbir yer yok, akşam yemek için çarşıya çıkarsanız yerel halkın sevdiği bir lokanta var Eldar Darak Restoran. Burada lokal lezzetler deneyimleyebilirsiniz. Detaylı tavsiye yazmıyorum ki kendiniz keşfedin, pişman olun, sizin yapacağınız yemeğe diye sövün filan biraz keyif katalım geziye. 

 

Bu arada çok çay içen biriyseniz geçmiş olsun, Mısırlılar naneli çay içiyor ve nanesiz çayları da aşırı lezzetsiz. Zaten bizdeki gibi bir çay kültürleri yok, yemekten sonra içmekmiş, bir mekâna oturup çay istemekmiş hiç karşılaşmadık. 5 kişi dur yere çay isteyince hep bir şaşırıyorlar ahahah “Nasıl demliycez, nerden bulcaz şimdi” telaşına kapılıp çay yok diyorlar. Ben hep mekân sahipleriyle tatlış muhabbet kura kura demletiyordum. Dürüst olmak gerekirse Mısır halkı, beni Mısır prenseslerine benzetti ve ben bu zaaflarını kendim ve ekibimin kişisel menfaatleri için 11 gün boyunca sömürdüm… Velhasıl size sürekli olumsuz tepki mi veriyorlar, yaparsın aslanım deyince yapıyorlar. Biz Türk kadınları olarak erkekleri idare etmeyi tohumdan öğrendiğimiz için pek zorlanmadık… Neden bu bahse yer verdim; sosyal hayatta kadın oranı düşük, çalışanların tamamına yakını erkek. Biz de hayatta kalmak için Mısır prensesi olmak ve evlenme teklif ettiklerinde küfretmemek gibi yeni yetenekler edindik… 

 

Bizim ilk şehir olarak Hurgada’yı tercih etme sebebimizin başında şu geliyor: yorucu bir tarih-kültür gezisi öncesi Kızıldeniz’in kıyısında malak gibi tüm gün yatmak. Tatile dinlenerek başladık çünkü Luksor ve Kahire çok yorucu geçecekti. 

 

O geceyi de Hurgada’da geçirip Luksor’a doğru Go bus’tan rezervasyon yapıp otobüsle geçtik. Otobüs biletleri sabit, dolandırılmıyorsunuz, Go Bus’ı gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. İnternetten go bus seferlerinde sıkıntı yaşarsanız terminale gidin, orada imc usulüyle otobüse binebilirsiniz muhtemelen. Dediğim gibi Mısır’da aşırı resmî bir sistem aklı olmadığını unutmayın. Yolculuk takriben 4-5 saat sürüyor, gayet güvenli ve merkezî noktalarda seyrediyor. Benim için çok anlamlı bir nehir olan Nil’le ilk kez bu yolculukta karşılaştık… 

 

Bu arada kızların dikkatine! Mısır Müslüman bir ülke olmasına rağmen kadın-erkek yan yana koltuk satıyorlar. Ne münasebet ya! Ben ne diye Mısırlı bir adamla yan yana yolculuk yapayım çüş. İslam’ın kalesi Türklerdir diyen şairi aşk ve hürmetle anıp çözüm önereyim. Tek çözüm çingenelik… Benim iki küçük kadınım da vardı, onların güvenliğini de sağlamam gerekiyordu ve tam bir şopar gibi erkeklerle koltuk pazarlığı yaptım. En son hafızalara kazınan “bro harram harramm” nidalarım eşliğinde, islami hassasiyetlerini sömürmek suretiyle ikna edebildim. Türklerin en ateistinin bile ne kadar Müslüman olduğunu bir kez daha deneyimleyip milletime minnetle bu bahsi kapatıyorum. 

 

LUKSOR 

 

Luksor’a otobüsle indiğinizde taksiciler sizi işgal edecek ve korkunç bir sıcağa geçiş yapacaksınız. 50 cuneyhlik yol için 500’den açılış yapacaklar, aman dikkat. Bir de yani Allahın yarattığı kuldan tiksinmek olmaz ama çok kötü bir andı gerçekten. Sıcağın ve yol yorgunluğun verdiği asabiyetle taksicilere bağırıp “20 cuneyhe götürüyorsan götür, götürmüyorsan fuck of” raddesine gelmiştik.  Tabii ki böyle yapınca 20 cuneyhe bizi istediğimiz yere götürdüler. 

 

Luksor şehri ismini, Amr b. As’ın fetihten sonra burası krallar şehri derken kullandığı el-uksur kelimesinden alıyor. Şehir Nil tarafından ikiye bölünüyor. Bu şu anlama geliyor, gittiğiniz her yerde Nil’e temas edebiliyorsunuz ve bu mükemmel bir nimet… Erkan Oğur’un o mükemmel “zülfü kaküllerin amber misali” şarkısında bahsettiği “Mıs’rın hazinesi” işte bu topraklarda… Mıs’rın hazinesi değer gözlerin, zühre-i rahşandan güzelsin güzel… 

 

Luksor’un iki yakasında da görülecek çok önemli yerler var. Bu sebeple iki yaka arasında sürekli tekneyle transfer sağlamanız gerekiyor. Bizim otelimiz otobüs durağının karşı yakasındaydı ve taksiyle Nil tekne durağına geçtik. Karşıya geçtikten sonra anlaştığımız otel bizi almak üzere araç yolladı. Buraya bir not düşeyim; otellerle önden anlaşırsanız sizi doğrudan karşılamaya da gelebilirler ya da bizimki gibi nehirden geçtikten sonra muhakkak alırlar. Luksor’da otel konusunda bir öneride bulunabilirim; Dream island oteli. Buradaki ekip, indiğimiz zaman bizi endişeye sürükleyen Luksor şehrini, muazzam bir deneyim haline getiren kolaylıklar sağladı. Gerek transfer gerek yemek gerek tur rehber hizmeti gerek gece havuzu kullanmak için tüm otel personelini tahliye etmek olsun her konuda çok yardımcı oldular. Tabi tüm bunlarda otel sahibinin bin deve karşılığında kendisiyle evlenmemi istemesinin de etkisi olabilir… 

 

Luksor’a indiğimiz günü neredeyse yarıladığımız için bugüne tapınak gezilerini koyamadık. Otele yerleştik, bizi yemek için kendi (vasat) restoranlarına götürdüler, yarınki tur için araç ve rehber pazarlığımızı (otelin sahibiyle) yaptık ve yanılmıyorsam 5 kişi, toplamda 250 dolara anlaştık. Otel bize araç ve şoför tahsis etti. Aksi takdirde Luksor taksicileri yüzünden Mısır’ı öfkeyle hatırlayabilirdik… Bugünü sakin geçirmek adına muz bahçelerine gittik, şeker kamışından yapılmış mango suları içtik, muz bahçelerini gezdik ve en önemlisi Nil’de günbatımına yetiştik dostlar… Hepinizin Luksor’a kesinlikle gideceğini varsayarak bu günbatımının tadını çıkarmanızı öneriyorum. Güzel bir müzik açın, bir sigara yakın ve nolur bu fırsatı fotoğraf çekmekle heba etmeyin :) Dünyanın ilk medeniyetlerinden birine, medeniyeti de oraya nasip eden Nil’e geldiniz, insanlığın sıfır noktasından pek de farkı yok buranın. Nil bereketi temsil eder ki seyahatiniz boyunca Mısır’da en çok duyacağınız kelime bereket olacak. 

 

Gün battıktan sonra tekneyle Luksor Tapınağının olduğu yakaya geçtik. Bu bölge Luksor’un şehir merkezini barındırıyor. Karanlık tam çökmeden giderseniz güneşin tapınak sütunları arasındaki gidişini izlemek sizlere muhteşem fotoğrafik bir akşam sunacaktır. Bizim tapınağı gezerken rehberimiz yoktu, kendi okuduklarımız ve oradaki bekçi dayılar vasıtasıyla gezdik tapınağı. 

 

Bu arada müze girişlerinde nakit geçmiyor, mastercard ya da visa uzantılı kartlarla ödeme yapıyorsunuz. Kartlar bazen ödüyor bazen ödemiyor ve inanın bunun sizle bir alakası yok. Gitmeden önce bankanızı arayın, kartınızın yurtdışı harcamalarına açık olup olmadığını öğrenin ve mümkünse birkaç kartla gidin. Benim yıllardır yurtdışı dahil her yerde kullandığım kartım bir müzede çalışıyorken bir müzede çalışmıyordu. Böyle bir sorun yaşarsanız gerilmeyin diye önden bildireyim. 

 

Dream island’ta kalıyorsanız otel sahibine Zeynep’in selamı var, onlara çok güzel bir yerel lezzet şöleni hazırlamışsınız, biz de aynısından istiyoruz diyin ve şovu seyredin. Ben gittiğim yerlerin yerel lezzetlerini mümkün mertebe deneyimlerim. Aşırı bayıldığımdan değil ama öğreneyim fikrim olsun isterim. Zira bana göre dünyanın en mükemmel mutfağı Türk mutfağıdır. Nil manzaralı bir roofları var, açık havada mis gibi bir yemek yemiş olursunuz. Bu arada akşamları 1 saat kadar elektrikler kesiliyor, enerji kullanımından kaynaklı genel teamülleri böyleymiş.

 

Ertesi gün bizim Mısır’daki en yorucu olacak günümüze uyandık. Sabah 8:30’da dün sözleştiğimiz tur rehberi ve araç otele gelmişti. Bir yerde kahvaltı yapıp bu yorucu güne başladık. 

 

Müzeler ikindileyin 16:00’da kapanıyor ama bu ülkede hiçbir şey hukukuna uymadığı için 17:30’da da kapanmamıştı. Bizim rehberin adı Ayyad’tı, arkeolog olmasının da verdiği yetkiyle güzel bir gün yaşattı bizlere. Bugün akşam 5’e kadar Krallar Vadisi ve Karnak tapınağını gördük. Krallar Vadisi ilk durağımızdı ve sıcaktan o kadar da etkilenmedik. Bu arada hava 55 derece filan. Hatşepsut’a gidince sıcaktan arkadaşlarımın enerjisi bitti, bir gölgeye çöktüler ve Karnak Tapınağı’nı da çok yorgun gezmek durumunda kaldılar. Eğer turla giderseniz aralarda papirüs atölyesi, taş yontma atölyesi gibi dinlenme alanlarına götürecekler. Buralar bildiğin pazar, eğer papirüsün nasıl yapıldığına özel bir ilgin yoksa ve almayı düşünmüyorsan gitmene gerek yok. Aynı şekilde taş atölyesi de devasa bir mağazadan oluşuyor. Taşlar orada yapılıyor, avizeler, biblolar, süs eşyalar vs bir sürü çeşit var. Eğer alışveriş yapmak istemiyorsanız buraya da gitmenize gerek yok. Sadece müzeler arasında gölgelik bir yerde dinlenip bir su içme fırsatı sağlıyor. Bu vakti değerlendirmek için de Krallar Vadisi’nden sonra bir yere oturup yemek yiyebilirsiniz ya da bir şeyler içebilirsiniz. Ben müzelere dair yazılı kaynaklar ve youtube videolarından da edinebileceğiniz bilgileri yazmıyorum. Sadece KV ibaresini gördüğünüzde onun Kurtlar Vadisi değil de Krallar Vadisi olduğunu bilin… Çünkü bazılarımız “Kurtlar Vadisi nalaka” diye anlık da olsa bir şaşkınlık yaşamış olabilir. 

 

Hatşepsut Tapınağı güneşle imtihanın en zor olduğu yerlerden biriydi. Tapınak alanlarına girdikten sonra golf araçlarıyla tapınaklara ulaşım sağlanıyor, bu araçlar için kişi başı 5 cuneyh vermiştik. Hatşepsut bizim için neden önemliydi? 

 

Biz Büşra’yla Mısır’ı düşünmeye başladığımızda ben Kızıldeniz’de yüzmek için heyecanlanırken onun plana dahil olma heyecanını ise Hatşepsut sağlamıştı. Tarihteki ilk kadın firavunun tapınağına gitme fikri, Büşra’yı Mısır gezisine ikna etmekte hiç zor olmadı. Hatşepsut Antik Mısır’a kadın elinin değdiği o mükemmel dönemi gösterdi bizlere. Tapınağın duvarları Hatşep’in Kızıldeniz üzerinden Afrika’ya gittiği ve orada gördüğü bütün güzellikleri Mısır’a getirdiği hiyerogliflerle doluydu. Mısır Hatşep’le birlikte ağaçlanmaya, değerli taşlarla bezenmeye, güzel kokularla donanmaya başladı. Bugünün formasyonuyla bakınca her ne kadar günün sonunda Afrika’yı sömürmüş gibi görünse de anakronizm yapmaya gerek yok. O günün temel dinamiği fetihler ve işgaller üzerineydi ve olan biten buydu. Bizi ilgilendiren kısım bu devasa Afrika seferini yapmaya cesaret eden kişinin bir kadın olmasıydı. Özellikle hayatını cesaretin eteklerinde, karşılaştığı her zorlukla mücadele ederek ve yine cesaretin verdiği güçle pes etmeden yaşayan kadınlar olarak… Ne yazıktır ki Hatşepsut gibi örneklerin de olduğu insanlık tarihi, bugün bizleri hâlâ eşit ve adil bir düzen için mücadele etme zorunluluğundan alıkoyamadı. Bilirsiniz, kamusal alanda kadın olmakta zorlandığımız anlarda bize en iyi gelen şey bir kadınla konuşmaktır. Hatşepsut’la belki de böyle bir yerden ünsiyet kurduk. 

 

Enerjiniz bittiği için Karnak Tapınağı’nı gözden çıkarmayın, ha yarına erteleyecekseniz okey ama Luksor’a bir gün daha ayırmamışsanız Karnak’ı bugün görmelisiniz. Unesco tarafından korunan Karnak, dünyanın en büyük açık hava müzesi olabilir. Antik Mısır’a dair tüm sembollerin içinde bulunduğu devasa sütunlarla inşa edilmiş muhteşem bir alan. Yanılmıyorsam burası 4.000 yıl önce hac yeri olarak kullanılıyordu. Hatta bir yerde Hibr taşı var, bir dilek dileyip etrafında yedi kere dönerseniz dileğiniz kabul olurmuş. Ben yanlış saymışım ve 6 defa dönmüşüm… Bu arada hibr, bizim tespih böceği dediğimiz, argoda b*k böceği olarak bilinen hayvan, Antik Mısır’da bereketi temsil ediyor. İnanışa göre Hibr gece toprağa iner ve onlarca ürer sabah da gün yüzüne çıkarmış. Antik Mısır’da çok spritüel ve edebî temsillerle karşılaşacaksınız, Hibr bunlardan sadece bir tanesi. Gecenin kerahetini bile verime, berekete, doğuma, yeniden başlangıca, hayırlı olana ve en geniş anlamıyla umuda gebe kılan bir inancın timsali Hibr. Eğer selefi ya da oğlak burcu değilseniz bir dilek dileyin ve Hibr’in etrafında yedi kere dönün, inşallah en hayırlı şekilde dileğiniz kabul olur. 

 

Karnak’ın ardından Luksor’a dair yapılması gerekenleri tamamlamış olduk. Luksor Tapınağı, Krallar Vadisi, Hatşepsut Tapınağı, Karnak Tapınağı, muz bahçeleri ve Nil’de gün batımıyla Luksor’un hakkını eser miktarda vermiş sayılırız. Çok canlı, çok fakir, çok kaotik, çok ama çok zor ve fakat iyi insanlarla karşılaştığımız için keyifle yâd edeceğimiz bir şehir oldu Luksor. 

 

Bu arda Mısır’da çok güçlü bir bahşiş kültürü var. Size hizmet eden insanlar eğer çok büyük mallıklar yapmamışsa bahşişlerini usulen vermeniz gerekir. Çünkü onlar nasılsa bahşiş verilecek diye planlayıp hizmet veriyor. Yani bahşiş aslında aldığınız hizmete dahil olmayan bir masraf kalemi. Maaşlar çok düşük olduğu için işçiler bahşişlerle bir gelir kalemi oluşturmuş durumdalar. Gittiğinizde göreceksiniz ki bahşiş, Mısır’ın şehir kültürü olmuş durumda. 

 

Biz sabah otelden direkt check out yapıp eşyalarımızı yanımıza almıştık çünkü bu gece Kahire’ye doğru yola çıkacaktık. Luksor gezimiz bittiğinde Luksor Tapınağı’nın olduğu şehir merkezi dolaylarına geldik. Kahire’ye ulaşım sağlamak üzere Go bus’tan otobüs bileti aldık. 9-10 saatlik bir yolculuktan bahsediyoruz. Dileyen ulusal havayollarını tercih edebilir, biz bazı teknik sıkıntılar yaşadığımız ve sabaha Kahire’ye kesinkes ulaşmak istediğimiz için otobüs yolculuğunu tercih ettik. Luksor’dan Kahire’ye trenle de yolculuk yapabilirsiniz ama tren seyahatinde turist tarifesi uygulanıyor. Fiyatları karşılaştırır karar verirsiniz. Hadi şimdi Kahire’ye gidelim. 

 

KAHİRE 

 

Zor bir otobüs yolculuğunun ardından başkente vardığımızda sabahın ilk saatlerindeydik. Check in saatimize henüz 6 saat vardı ve bu epey can sıkıcıydı. Otobüs terminalinin yakınlarında Hilton otel var, oraya gidip kişisel bakımlarımızı yapıp tazelendik ve kahvemizi içip dinlendik. Bu arada Mısır’da çay-kahve kültürü pek yok. Kötü bir amerikano, hiç amerikanodan daha iyidir diyerek filtre kahveymiş gibi düşünerek birkaç defa kahve içebildim. 

 

Kahire’de hasbelkader birkaç trafik lambası gördük ve acaba trafik burada kurala uygun mu diye pembe bir merak hasıl oldu. Neyse ki karşıya geçmeye çalışırken arabaların durmayışı ve ışıkların çalışmayışı, bizi bu pembe uykudan uyandırdı. Henüz kaldırımın öbür yanına geçemeden anladık ki Luksor’dan daha büyük bir kaosun içine girmiş bulunuyoruz. Nitekim Kahire, 16 milyon nüfuslu, Nil tarafından iki yakaya ayrılmış bir şehir. 

 

Çağırdığımız über şoförünün Hıristiyan olduğunu öğrenince Müslümanların cuma günleri çalışmadığı bilgisini anımsadık. Eğer insanların bütün sabahlarını merak eden bir sosyolog ya da esnafla arası iyi olan bir erkekle geziyorsanız herkesle bir şekilde diyalog kurmak zorunda kalırsınız. Merak.. Yaşarken beni en çok yoran ve fakat her duyumsadığımda hayatı seyretmenin yeniden heyecan dolu bir oyun olduğunu ansıyan o ne idüğü belirsiz itki. Mısır gibi kurala başkaldıran ülkelerin en güzel yanı, merak duygunuzun her an hayatta baş göstermekliğiyle zafer kazandığı güzel günler geçirebilmenizdir. Her şey o kadar spontan ve belirsiz ki her an merakla dolup yeni şeyler keşfederken bulabilirsiniz kendinizi. Ve dahası, herkes o kadar samimi ve konuşkan ki içinde bulunduğunuz flora, merak duygunuz hasebiyle sizi bir cüzzamlı gibi hissettirmiyor. So… gündelik yaşamımda zaman zaman şiddetle duyumsadığım için insanların beni sorunlu gibi hissettirdiği merakım, 10 gün boyunca tahta oturmuştu. Seyahat etmeyi çok sevmemin sayısız sebebi var ama sanırım en büyüklerinden biri bu; kendiliğimden neşet eden bir duygunun hakkını, hayattan müdanasız bir şekilde alabilmek. Çünkü gezerken hiçbir şeyi merak etmemek ve gördüğün yeni şeyler karşısında kayıtsız kalmak epey yavan bir meziyet doğrusu. Seyahat ederken karşısındaki kültüre karşı bu şekilde kayıtsız kalan insanları gönül rahatlığıyla aşağılama hakkı kazanırız. Ve bu asla bir sorun teşkil etmez çünkü seyahatlerde makbul olan merak ve keşiftir. Yaşadığınız şehir ve gündelik hayatlarınızda ise bu ziyadesiyle yorgunluk getirdiği için kusur halini alır. Yılın çoğunu toplum tarafından kusurlu addedilerek geçiren ben, 10 gün boyunca at koşturacaktım. Ve tabii ki Mısır’da karşılaştığım Hıristiyan şoförün dünyasını anlamak adına art arda sorular soracaktım. Çünkü neden sormayayım? Onun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede çalışırken nasıl hissettiğini anlayabilmek, insanlığa dair veri tabanıma işlediğim sınırsız bilgilerden biri olacaktı. Böylece yılın birinde, herhangi bir bağlamı değerlendirirken Cuma günü Mısır’da karşılaştığım şoförün dünyasını da hesaba katarak bir yorumda bulunabilecektim ve bu kuvvetle muhtemel ortamda yorum serdeden herkesten daha nevi şahsına münhasır bir yorumda bulunmamı sağlayacaktı. Kahire, bu konudaki nevrotik diyebileceğim eğilimin en kusursuz mekanlarından biri oldu diyebilirim. 

 

Kahire’deki evimizi airbnb’den tutmuştum. Lisedeyken dünyanın yedi harikasına dair bir sunum hazırlarken hoca, içlerinden birini detaylı bir şekilde anlatmamı istemişti ve ben Keops piramidini seçmiştim. O gün hayatıma “30 yaşına kadar Keops’u görmüş ol” diye bir not düşmüşüm. Hikayeme düştüğüm bu notu, Mısır’dan döndükten birkaç ay sonra, kitaplığımı düzenlerken lise defterlerime göz gezdirdiğimde gördüm. Yaptığım sunumun görsellerini atmamış ve “30 yaşına kadar Keops’u görmüş ol” cümlemi oracıkta bulmuştum. (Neden roman yazar gibi konuştuğumu hiç bilmiyorum ama aşırı keyif alıyorum şu an, kişisel bloğum olduğu için bir mahsur da görmüyorum…) ve ben 30 yaşımda, boylu boyunca Keops manzaralı bir eve vardığımda saat öğleden sonra 3 dolaylarına varmıştı. Kişisel tarihime düştüğüm o notu hatırlamaz ve bu uğurda özellikle Mısır’a gitmeye çalışmaz ve hatta ev ararken de böyle bir kaygıya kapılmazken bile 30 yaşında Mısır’a gelmiş ve Keops manzaralı o evi tutmuşum. Sanırım bu manifest dedikleri olayın bir gerçekliği var ya da büyüklerimizin eşref saati dediği anlardan birine denk gelmiş dileğim. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz çünkü hayat, yaşarken kendince anlamlandırdığın ve Tanrıyla karşılaşmadan sağlamasını asla yapamayacağın bir hikayeler silsilesinden ibaret ve çok güzel :)

 

Kahire’deki ilk günümüzü dinlenmeye ayırdık çünkü Luksor başlı başına yorucuyken üzerine bir de yol gelmiş, evimize ulaşamadan saatlerce dışarda kalmıştık. Markete gidip iki günlük alışveriş yapmaya ve akşam yemeğini piramit manzaralı balkonumuzda nezih bir şekilde geçirmeye karar verdik. 

 

Mısır’ın korna dışında bir fon müziği daha var; kuran tilaveti. Asansörlerde bile kuran tilaveti çalıyor. Marketlerde, mağazalarda, istasyonlarda ve hatta alkol barlarında bile kuran tilaveti çalıyor. Türkler olarak bunu hiçbir zaman kanıksayamadık, markette mango seçerken bu hangi sure diye anlamaya çalışıp hafızamın derinliklerinden eşlik etmeye çalışıyordum. Ben bunu yaparken insanlar çalan şeyi duymuyorlardı bile. Dinin şehrin merkezinde konumlanması mı yoksa insanı şekillendirip birlikte şehre inmesi mi daha makbul? Gerçek şu ki Türkler, tüm Müslüman ülkeler arasında İslam’ı en nevi şahsına münhasır şekilde deneyimleyen bir millet. İsmet Özel’e selam edip Kahire’deki ikinci günümüzle devam edelim. 

 

Bugünü takdir edersiniz ki piramitleri gezmeye ayırdık. Giriş yine müze tarifesi şeklindeydi. Öğrenciyseniz müze biletleri yarı fiyatına düşüyor (bütün müzelerde geçerli), 30 yaşında bir öğrenciyseniz öğrenci kartınızı göstererek şansınızı deneyin, eğer yaş haddine takılmazlarsa sırf öğrenci kartından mütevellit sizlere öğrenci tarifesi uygulayabiliyorlar. Yanınıza varsa öğrenci kartınızı almayı unutmayın çünkü müze gezilerinde ihtiyacınız olacak. Piramitleri görmenin farklı tarifeleri var; mesela içlerini görmek için ayrı bilet, sfenks için ayrı bilet vs. hangilerini gezmek istiyorsanız ona göre bilet alırsınız. 

 

Burada yine fahiş bir dolandırılma ihtimaliyle karşı karşıyasınız. Bilet alırken üniformalı biri size yardım edince “görevli ne de güzel ilgilendi” diye düşünmeyin, az sonra sizi alıp anlaşmalı olduğu deve/at arabası sehemine götürecek ve kuvvetle muhtemel dolandıracak. Birkaç ihtimal var burada, birincisi at arabasıyla piramitlere yaklaşmak ve oradan da develere transfer sağlayarak fotoğraf çekimini gerçekleştirip alanı deveyle dolaştıktan sonra tekrar at arabalarına binip çıkışa geçmek. İkinci ihtimal direkt develere binmek ve tüm alanı aheste aheste deve üstünde gezmek. Sonuncu opsiyon da at arabasıyla piramit alanına geçip yürüyerek dolaşmak. Bizim tercihimiz at arabasıyla alana girip deveyle dolaşmak şeklinde oldu ki hem at arabası için hem de deve için ayrı ayrı dolandırıldık. Üstelik bana sorsanız felaket pazarlık yaptığımı düşünmüştüm, kızlarla yaptığım pazarlığa alkış tutmuştuk, çok eğlenceliydi diye videoya bile çekmiştik... Dolandırıldığımızı Sharm’da tanıştığım Türk erkolarıyla yaptığımız kısa bir konuşma esnasında öğrendim. Çocuklar 250 cuneyhe bir deve kiralayıp tüm müze alanını sadece o deveyle birlikte gezmişler. Biz ise at arabasının tekine 750 cuneyh vermiş, alandaki develere de kişi başı 10 dolar vermiştik (Açılışı 50’den yaptılar, ben 10’a düşürdüğüm için şampiyon gibi hissediyordum). Kapı vizesine 5 dolar fazla vermekten çok daha ağır geldi bu dolandırılma deneyimi. Lütfen dikkat edin, Piramit gezisine başlamadan önce orada çok sayıda at arabası ve deve sahibi insan göreceksiniz, hepsiyle teker teker görüşüp piyasasına ve pazarlık oranına bakıp tercihte bulunun. Pazarlık konusunda müdanasız olun, tenezzülsüz ve sohbete kapalı yani manipülasyona kapalı ve net olun. Benim minik egom çok zedelendi bu kadar dolandırılmam üzerine…  Bu arada develere hiç para vermeyen Türkler de varmış, bunu da geçen hafta instagramdaki reelslerde gördüm. Benim bu kadar dolandırılmam bir işe yarasın ve lütfen sizler dolandırılmayın. Haybeye dolandırılmış olmak çok can sıkıcı olur, kendi milletimden insanlara fayda sağlasın bari…  

 

Sfenks’i görmeye gidince yanlarında rehber olan Türk bir ekiple tanıştık, yarın Mısır Müzesi’ni gezeceklerini söyleyince onlara dahil olmayı rica ettim, kırmadılar saolsunlar. Yarın için sözleşerek piramit gezimizin bitmesiyle birlikte alandan ayrıldık. Piramitleri gezerken düşündüğüm şey onların nasıl ve ne şekilde yapıldığı olmadı, bunu tüm insanlık düşünüyor zaten.  Ben tarih boyunca insanoğlunun tarihî ve kültürel yapılara gösterdiği iltifata şaşırmakla geçirdim Giza’yı. İnsanlık olarak asırlar önce üst üste dizilmiş devasa taşlara çok şaşırıp dünyanın her yanından zaman ve para ayırmak suretiyle görmeye geliyoruz. Her dilden ve kültürden insan sadece o devasa yapıları görmeye geliyor. Neden? Sadece görmek için. Herkes birbirinin bu görme istencine alan açıyor. Sfenks’te tanıştığımız Emine teyze, Mısır’a üçüncü kez geliyor ve piramitlerin içini nasıl görmezsiniz diye bize teyze fırçası kayıyor. Hele ben lisedeyken buraya gelmenin hayalini filan kuruyorum. Sebepsiz sergilediğimiz bu kolektif hürmete ne zaman denk gelsem şaşırıyorum. Tepeden bakan bir yorum gibi gelmesin size, öyle olsa kendim de elimden geldiğince gezip görmeye çalışmazdım. Dünyaca sergilediğimiz bu kolektif çabaya her defasında şaşırıyorum, o kadar :)

 

Kahire’de görülecek çok fazla yer vardı ama yanlış planlamadan dolayı istediğim bazı yerleri göremedim ve Kahire’den ayrılırken çok üzüldüm. Sizler benzer hataları yapmayın diye bu yazıyı yazıyorum.

 

Giza’dan çıkıp bişiler yedik, ardından alışveriş işini aradan çıkarmak için Haliliye Çarşısı’na gittik. Bizim Mahmutpaşa, Tahtakale bandında bir çarşı burası ve Mısır’daki tüm hediyelik alışverişinizi buradan yapabilirsiniz. Pazarlık yaptığınızda aşırı ucuza bir sürü şey alabilirsiniz. 5 kişi için takriben 4 saat süren bir alışveriş-pazarlık maratonu yaşadık orda. Aşırı yoruldum ama çok ucuz ve güzel şeyler aldık. Alışveriş yaptığınızda muhakkak as a gift? demek suretiyle kendinize bir hediye isteyin ahahah 5 bileklik aldıysak 1’ini hediye olarak anlaştım. Gerçi bu kadar mühim bir mesele değil bu, benim ingilizce arapça pazarlık yapışım, yerel halkın şahsıma gösterdiği teveccüh ve ortaya çıkan esprili diyalogların gezi arkadaşlarımın da aşırı hoşuna gitmesi sebebiyle epey gündem oldu pazarlık hadisesi. Magnet, kar küresi, süs eşyaları, takılar aksesuarlar vs her şeyi buradan alabilirsiniz. 

 

Alışverişiniz bittiğinde yakınlarda El-Ezher camii var, bir vakit namazınızı oraya denk getirebilirsiniz. Ezher mimari açıdan aşırı güzel ve görülmeye değer bir yer değil ama insanlık tarihindeki hatrı büyük benim için. İslam bilimlerinin sistematik ve profesyonel bir karizmaya evrildiği yerdir. Bu dünyada payıma düşen entelektüel mesaime katkıda bulunmuş birçok ismi büyütüp tarihe kazandıran kadim bir üniversitenin camisidir. Uzun zamandır ilahiyat formasyonundan da uzaklaşmamı gerektiren bir hayat akışım vardı, Ezher’e gittiğimde eve gelmiş gibi çocuksu bir heyecanla akşam namazını kılmıştım. İlgilisine önerir dua beklerim :)

 

Saat epey geçmişti ve diğer lokasyonları yarına bırakıp tavsiyeler üzerine bir balık restoranına gittik. Kahire’de muhakkak balık yiyin diye yoğun bir mobinge maruz kalmıştık çünkü… Bundan sonra bana tavsiye veren insanlara şunu sorcam “Türkiye’de kaç yıl bulundun ve kaç şehrini gezdin?” Ben Türkiye’nin yüzde atmışını damarlarıma çeke çeke gezdim ve yıllardır bağıra bağıra söylüyorum bizim ülkemiz çok güzel… Türkiye’de yediğim deniz ürünlerinden daha güzel olmadığına kanaat ettiğim ancak ilginç mezeler deneyimlettiği için yarabbi şükür dediğim bir restorana gitmiştik. Restoranın karşısında bir lunapark ve düğün alanı vardı. Hareketlilikten anladığımız kadarıyla bir düğün vardı ve Büşra’yla birlikte Mısır düğünü görmeye gittik. Şansa mafya düğününe denk geldik dostlar, her tarafta bissürü silahlı korkunç insanlar vardı ama yani ne gelebilir ki başımıza? Türkiye’den geldiğimizi ve Mısır düğünü görmek istediğimizi söyledik, güvenlik arıza çıkarsa da ısrarlarımız neticesinde yanımıza refakat eden birini tahsis edip içeri girmemize izin verdiler. Suriyeliler’in ülkemize gelmeleriyle öğrendiğimiz “arap düğünleri çok eğlenceli oluyor” hipotezinin sağlamasını yaptık. Araplar gerçekten de düğünlerinde aşırı eğleniyorlar, yediden yetmişe herkes şen şakrak. Düğündeki en yakışıklı adam, bizim salondan çıkmamızla birlikte peşimizden geldi, güvenlik biz çıkarken de arıza çıkardı ama düğün sahibi olduğunu düşündüğüm o yakışıklı adam krizi çözdü ve biz kapıdan çıkana kadar peşimizden yürüdü. Sevgili Ömer İplikçi’ye benzeyen Mısırlı genç adam… kendi kültürümün dışında kalan kimseyle özel ilişki kurmak istemediğim için ilginize iştirak edemeyeceğim için üzgünüm… (Mısır’da teptiğim kısmetler şaka mı???)


Balkon manzaramız çok güzel olduğu için her fırsatta eve gitmeye çalışıyorduk ve restorandan direkt eve geçtik. İsteyen bu noktada Kahire’nin gece hayatına akabilir. Bu arada şöyle bir dipnot da bırakayım; Sfenks’te her gece tekno parti oluyor, gitmeden önce de duymuştum ve balkondan da görünce ev sahibimize sorduk. O akşam tekno partiye gitmeye karar verdik ancak rezervasyonların aylar önce yapıldığını, Mısır’ın en zenginleri tarafından yürütülen bir eğlence olduğunu, girişlerin 400 dolar olduğunu ve bu akşam pat diye gitmemizin mümkün olmadığını aktardı. Biz de kendi balkonumuzda takılmaya karar verdik.

 

Ertesi gün ilk iş Mısır Müzesi'ni görmeye gittik. Dün tanıştığımız Türk ekiple buluşup müze boyu gezmeye başladık. Burayı en az bir buçuk saat ayıracak şekilde düşünün. Luksor'da tanıştığımız kralların gündelik yaşamlarıyla karşılaştığımız bir yer oldu Mısır Müzesi. Ben canlı ve dinamik etkinlikleri daha çok sevdiğim için müze gezmeyi pek sevmem. Burası da Mısır'da en keyif almadığım etkinliklerden biri oldu diyebilirim. Tek güzel yanı şu; Antik Mısır'ın ALTINLARI! Her yer mükemmel altınlarla bezeliydi. O işlemeler, takılar, aksesuarlar... Türk kadınının yaş aldıkça altına olan düşkünlüğünü deneyimlediğim ve Antik Mısır'ın ihtişamının ardından Mısır'a gelen Yunan vasatlığına sövdüğüm bir etkinlik oldu. O altınlardan sonra nasıl iki taşı ipe geçirip aksesuar diye tarihe bırakmaya utanmadınız ya... neyse. 


Müzeden çıkıp Tahrir Meydanı'na yürüdük. Burası benim için politik önemi haiz bir yerdi. Meydana girişler Sisi hükümetince kapalı olduğundan kenarından görmekle iktifa ettik. Ortadoğu halklarının kaderine tebelleş olan Batı istibdatını esefle kınayıp Müslümanlığıma bir şükür ısmarlayarak ayrıldım Tahrir'den.  


Kahire’de görülecek yerlerden biri de Amr b. As Camii ve Müslümanların Mısır’ı fethettikten sonra kurdukları Fustat şehridir. Fustat şehrini çok sevdim diyebilirim. Bu noktada bir bahis açmam gerekiyor; Mısır gezisini Doğuya, inancıma ve kültürüme döndüğüm bir dönemde gerçekleştirdim. Batı’nın çeşitli üst yapı aygıtlarıyla hayatıma zerk ettiği tüm komplekslerimi teker teker fark edip hepsini iyileştirdikten sonra başlayan bu öze dönüş sürecimde Mısır bana çok iyi geldi. İkiyüzlü Batıdan ikrah ettikten sonra İslam ahlakıyla hemhal olmuş dürüst ve samimi Müslümanları görmek beni güvende ve dingin hissettiriyor. Fustat’ta karşılaştığım her insan bana böyle bir yerden şifa olmuştu. 

 

Fustat’ta bir Kıpti Kilisesi var, orayı görmek istedik, güvenlik içeri alamayacağını söyledi. Kilise’ye sadece Kıptiler girebiliyormuş. Dedim abi ben ilahiyatçıyım, Kıptiler üzerine bir araştırma yapıyorum ve bu kiliseyi görmem gerekiyor. Adam güzel bir Müslümandı saolsun, tamam dedi 10 dakika süreniz var. Sonra kilise yolunun başında duran polislere müsaade etmemizi rica etti. Kendi aralarında konuştular ve anladığım kadarıyla “öğrenciymiş, Kıpti Kilisesi’ni görmesi gerekiyormuş, ödevi varmış, ben de izin verdim” minvalinde bir diyalog geçti aralarında ve sanırım bunun üzerine polis, bize bir güzellik yaptı. Biz o güzelliğin ne olduğunu koştur koştur kiliseyi görmeye çalışıp vaktimiz doldu diye hızlıdan çıkınca öğrendik… 

 

Bu mahalle bir kiliseden çok daha fazlasına sahip, burası bir Kıpti gettosuymuş. Yıllar önce Prag’da bir Yahudi gettosuna girmiştik Büşra’yla. Aslında oranın da bir getto olduğunu bilmeksizin sinagog görmek istemiştik ve sonra Yahudilerin yaşadığı, çarşının pazarın olduğu bir muhit olduğunu fark ettik. Orada çok yabancılanmıştık. Yahudilerin kapalı devre din ve kültür algısını bilirsiniz, onlar için yabancı yabancıdır ve iletişime kapalıdırlar. Zaten huzur dolu bir yer de değildi, bakışlardan rahatsız olup hemen çıkmak istemiştik. Kıpti gettosuyla karşılaşınca benzer bir rahatsızlık gelecek mi diye merak ettim ama Doğu’da olduğumuzu ve Doğulu insanın daha samimi ve sıcak kanlı olduğunu biliyordum. Yanılmadım. 

 

Biz payımıza düşen 10 dakika içinde kiliseyi görmeye çalışırken 11-12 yaşlarında küçük bir erkek çocuğu geldi yanımıza. Adım John ve size mahalleyi gezdirmek için eşlik etmek isterim dedi. John’u bize girişteki güvenlik ya da polisler yönlendirmişti belli ki. Yüksek ihtimalle güvenlik yolladı çünkü Müslüman bir adamdı ve bizi çok zarif uğurlamıştı. Mısır’da güzel bir Müslümana denk gelmişseniz ve Türk olduğunuzu öğrenmişse size çok yüksek bir hürmet ve iltifat gösterir. John’a 10 dakika süremiz olduğunu ve bölgeyi gezmenin sorun olup olmayacağını sorduk, beni onlar gönderdi zaten merak etmeyin dedi. Takıldık John’un peşine ve o da ne…. Kilise ve vakfın altında devasa bir yeraltı mahallesi var. Merdivenlerle indikten sonra bizi bambaşka bir dünya karşıladı. Daracık sokaklar, dükkanlar, Diyarbakır evlerini andıran dip dibe yüksek duvarlı evler, sağda solda koşturan çocuklar, bayram yeri gibi bir telaş, çeşitli dinî simgelerle bezeli bitmek tükenmek bilmeyen duvarlar ve güler yüzlü insanlar… Heyecandan çıldıracaktım neredeyse :) Hiç bilmiyordum ve hiç beklemiyordum böyle bir şeyle karşılaşacağımızı asla ön göremedim. Yazının başında kendinize bir plan oluşturun ama şehrin sizi çektiği plana da kapılın demiştim. Tam olarak şehrin bizi içine çektiği kendi akışında süzülüyorduk o sıralar ve bilgiyi, planı, belirlenmişliği aşan böyle sürprizlerle karşılaşmak, bana hayatla flört ediyormuş gibi hissettirdiği için çok mutlu oluyorum. John bize gettodaki dinî yapıları gezdirdi, insanlarla tanıştırdı. Oradaki aileler bizi hep çok güzel karşıladı, bazıları fotoğraf çektirmek istedi. Takriben 1 saat kadar gettoda vakit geçirdik ve burada beni en etkileyen yapı St. Barbara Kilisesi olmuştu. Tarihin derinliklerinden gelen kefenler ve Barbara’nın hikayesi içime işlemişti. Büşra’yla kiliseye bir mum dikip dilekte bulunduktan sonra Barbara’ya veda ettik. Hayatın ikram ettiği bu güzel sürprizle beraber 20 yaşındayken Prof. Dr. Adnan Demircan’dan öğrendiğim Kıptilerin dünyasından çıkmıştım. 

 

Saat 5 dolaylarındaydı ve hızlıca Fustat Çarşısını görmeye geçtik. Orada tanıştığımız Müslüman ailelerle sohbet edip ikramları eşliğinde dinlendik. Uzun uzun sohbet ettikten sonra gün batımını israf etmemek için planımızın devamını icra edebilmek adına yola koyulduk. 

 

Luksor’da Antik Mısır kültürü, Kahire’de Müslüman kültürünü göreceğiz derken sıra kendi ecdadımızın Mısır’daki dokunuşlarını görmeye gelmişti. Velhasıl buradan sonraki duraklarımız Mısır’daki Türk eserleri olacaktı ve benim Kahire konusunda yanlış bir planlama yaptığım, bilgisizlikten kaynaklanan bazı hatalar yaptığım kısma gelmiştik. Siz aynı hataları yapmayın diye aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım. 

 

Mısır’daki Sisi yönetimi ve cuntacı zihniyetle Kahire’de karşılaşmaya başladık, İskenderiye’de devam etti. Biri başkent biri de Mısır’ın Akdeniz’e açılan kapısı olduğu için devletin elini ensenizde hissediyorsunuz. Kahire’deki Türk eserlerinin ekseriyeti müze olarak hizmet veriyor ve ikindileyin 16:00’da kapanıyor. Ben Mısır’da sistemle karşılaştığım zamanlarda pek zorlanmadım açıkçası çünkü kadınım… Üstelik yerlisinin mısır prenseslerine benzettiği bir kadın olduğum için böyle resmî krizlerde tarafıma default yüklenen bir kredi oluyordu. Grubun salahiyeti ve seyahatin verimi adına bu krediyi kullanıyordum. Ancak bu kredi Sisi yönetiminin gölgesinde geçer bir akçe olmadı. Çok katı ve radikal bir defansla karşılaştım. 

 

Fustat’tan çıktıktan sonra Tolunoğlu Ahmed camisine gittik ilk. Burası da kendi renginde bir gettoydu; binaları, halkın gündelik yaşamının sokağa taşması ve günün son ışıklarıyla birlikte camiye vardık. Akşam namazını burada kılmak istedik fakat cami kapalıydı… Türk eserlerinin müze olduğu bilgisiyle karşılaştığımız ilk yer oldu. Bu bilgiyi gitmeden önce kimseden duymadım, muhtemelen insanlar “nasılsa gündüz gezilir” diye düşünerek vurgulamamış… 

 

Tolunoğlu camisine girmek istiyordum, Mısır’daki 6. günümdü ve bunca gündür bir yanımla çok tanıdık bir yere gittiğimi hissetsem de daha büyük bir yanımla şiddetli bir yabancılık çekmiştim. Avrupa seyahatlerimde bu kadar duygusal bir taşma olmuyordu. Mısır’ın mistisizmi ve nevi şahsına münhasırlığı başımı döndürmekle kalmadı, içimi çok yordu. Çok şiddetli bir ilgi, çok yoğun bir enerji akışı vardı burada. Temas ederek konuşanlar, kritik alanı ihlal edenler, bireyselliğin esamesinin okunmadığı, fikre gelen her cümlenin zikredilmesi… Velhasıl bu filtresizlik, beni heyecanlandıran bir sebepken aynı zamanda çok da yoran bir sebep oldu. Biz ne kadar Ortadoğu’nun çeperinde ve Müslüman bir millet olsak da Cumhuriyetle birlikte son derece Batılı bir bireyselliğin gölgesinde büyüdük. Teorik ve duygusal olarak bu samimiyeti sevsem de beden dilim olan biteni yadsıyor. Dışardan izlesen “bu kız sanki Mısır’a doğmuş, bu nasıl adaptasyon” dersin ama içimde sürekli bir şaşkınlık ve gerilim vardı. Bu tasviri yazıyorum çünkü sadece benimle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Mısır haddizatında her Türk’ün dimağında buna benzer bir esans bırakır diye düşünüyorum. Velhasıl bu yorgunluğu dinlendirmek adına eve benzer bir yerdi benim için Tolunoğlu camii ve fakat kapalıydı. 

 

Avlusunda futbol oynayan, merdivenlerinde şeker kamışı çiğneyen küçük oğlan çocuklarını organize ettik Yıldız’la ve hep beraber kapıyı çalmaya başladık. Uzun bir tacizden sonra güvenlik görevlisi kapıyı araladı. Caminin kapalı olduğunu ve açamayacaklarını söylediyse de ben peşini bırakamadım. Halihazırda gözyaşlarım bağımsızlığını ilan etmeye başlamıştı ve akşam namazını orada kılmam gerekiyordu. Ne kadar dil döktüm, neler söyledim hiç hatırlamıyorum, sadece “Zeynep sana kıyamadım, akşam namazında kapıyı açacağım” cümlesini duyduktan sonra merdivene çöküp namaz vaktini bekleyene kadar ağladım… O sırada iki Müslüman kadın geldi merdivenlere, biri Amerika’da yaşıyordu biri de Alman. Alman olan hanımefendi yeni Müslüman olmuş ve Amerikalı Meryem onu İslam coğrafyasını görmeye getirmiş. Kızlar hasbihal ettiler, ben pek oralı olacak durumda değildim. 

 

Mahalleden bir adamdan imamlık yapmasını rica etmişler, geldi saolsun. 7 kadınla birlikte namaz kıldık, avlusunda günün son kızıllığını seyrettik. Çok bakımsızdı cami, bir de buna üzüleyazarken görevliyle vedalaştım. Bir saattir tüm duygusal çöküşümü izleyen bir dost olmuştu nihayetinde :)

 

Camiden çıkıp yerel halkın tuktuk dediği o ilginç araçlara binip Mukattam Tepesi’ne vardık. Tuktuk yolculuğunu muhakkak yapın, şehir tam bir açık hava sinemasına dönüyor onunla. Buralardaki ödemelerde de pazarlık yapmanız gerektiğini artık söylemiyorum, her yerde yapacaksınız her yerdeee. 

 

Eyyubi Kalesi’ne vardığımızda bir posta da burada üzüldük çünkü kale kapalıydı… Kızlar pes ettiler ve eve dönmek istediler, ben maalesef bedeli neyse ödeyelim kafasında yaşayıp pes etmeyi bilmediğim için güvenliklerle konuşmaya gittim. İhvandan birkaç kişiyle tanıştım, bunlar hep illegal diyaloglar bu arada, benim Türk olduğumu öğrenince onlar da aileden birini görmüş gibi oldular muhtemelen, minnetle muhabbet ettiler benimle. Onlar da halime acıyıp bana bir çıkar yol aradılar ve şu an kaleye girmenin tek bir yolu olduğunu, onun da kale içinde düzenlenen konserden geçtiğini söylediler. Bilet almaya geçtim; yanımdaki egpt konser biletine yetersiz kalmıştı, görevli döviz de kabul etmiyordu. Tam artık “kader kaleyi görmemi istemiyor, vardır bunda bir hayır daha fazla kanırtma kızım” diye içimden bir türkü tutturmuştum ki sırada hemen arkamda duran gençten bir kız tamamlamak istediğini söyledi ve biletleri bu şekilde alabildim. “Allah senin engelleri karşısında pes etmeni değil, iştiyakını sönümlemeden çabaladığını görmek istiyor” diyerek saatlerdir ağlayan yüzüme bir tebessüm kondurup devam ettim. Minik kadınlarımdan Betül’le birlikte konsere geldik bahanesini ileri sürüp kaleyi gezmeye başladık. Kale içi baştan aşağı Osmanlı mimarisiyle dolu ancak hiçbirini göremedik. Kavalalı’nın camisi de bu kalenin içinde ve cami de kapalıydı. Yatsıyı kılma talebimizin de akçesi geçmedi… Kalede resmen vesayet sisteminin tüm donukluğuyla karşılaştık. Eserlerin girişinde izbandut gibi askerler var ve asla müsamaha göstermiyorlar. Osmanlı tuğrası gördüğüm yapılardan birinin kapısına dayandım, askerler giremezsin filan dediler. Artık iyiden iyiye delirdiğim için “burası benim dedemin yeri, rahat bırakın beni” diye bağırıp hiç değilse bahçesini dolaştım… Kahire’de Mısır prensesinden Türk delisine nasıl döndüm oynat bakalım :) 

 

Bu arada Kavalalı Camiisi’nin imamının Türk olduğunu, rica ettiğiniz takdirde sizleri minareye çıkardığını ve Mukattam Tepesi’nden tüm Kahire’yi izleyebildiğinizi duymuştuk. Bize nasip olmadı, gidenler bu bilgiyi de heybelerine katıp nasiplerini bir yoklasınlar. 

 

Kalenin içini golf aracıyla da gezebilirsiniz ama tavsiyem yürüyerek çıkmanızdan yana olur ki her yapıyı görebilesiniz. Bu şartlar altında Mukattam Tepesi’ne Selahaddin Eyyubi tarafından kondurulmuş kalenin surları arasında enfes bir enstrümantal konsere ulaştık. Mısır’da uzun zamandır beklenen bir konsermiş. Plansızlıktan kaynaklı nasipsizlikler ve şehrin ara sıra ısmarladığı böyle kısmetler eşliğinde günü bitirdik. Arkadaşları daha fazla bekletmemek ve gün içinde bin beş yüz defa değişen duygu durumumun yarattığı yorgunluk hasebiyle über çağırıp eve geçtik. Velhasıl bu mekânları gezme işini günün ilk saatlerine almanız gerektiğini şiddetle tavsiye ediyorum. Bizim Kahire’de bir gün hakkımız daha olmadığı için üzüldüm ama şunu da biliyorum, olmuş olan en iyi mümkündür… Kahire’deki bugünün böyle geçmesi, şüphesiz ilerde iyi ki diyeceğim deneyimler yaşatacak ve belki de ben kaleyi görmek için Mısır’a yeniden geleceğim. Bakalım görelim :)

 

Akşam kızlarla balkona kurulup Keops piramidinin karşısında Filenin Sultanları’nın Sırbistan’la oynadığı final maçını izledik. O felaket orman yangınları ve kızların şampiyonluk turnuvasının aynı döneme geldiği 2021’de Sırbistan’dan nefret etmiştim. Sırplar’a karşı hem Bosna Savaşı’ndan hem de Polat Alemdar’ı ormanda kıstıran keskin nişancıdan mülhem olumsuz bir şemam vardı, üzerine bir de voleybol takımı bindi. Yıllardır çeşitli sebeplerle etnik bir antipati beslediğim Sırplar’ın yenilmesi, bu kadar ne idüğü belirsiz bir günü mükemmelleştirdi. Hayat biraz da böyledir, nasıldır diye sormayın, böyledir işte… 

 

Ertesi gün Kahire’deki evimizden check out yapıp otobüs terminaline ulaştık taksiyle. Trafikte kaldık ve otobüs saatine 15 dakika rötar yapacaktık, go bus’ı aradık ve otobüsü bekletmelerini rica ettik. Bu gibi durumlar için yerel bir hat almanız faydalı olur. Mesela hattımız olmasa ve firmayla irtibat kuramasak İskenderiye planımız ya patlayacaktı ya akışımız sekteye uğrayacaktı ya da İskenderiye'ye ulaşım bize dur yere daha pahalıya mal olacaktı. Otobüse ulaşınca bekleterek hakkını yediğimiz yolcuların bakışlarına maruz kalıp özür bildirirken tonton bir dede bavullarımıza yardım edip “önemli değil kızım üzülmeyin, kazasız belasız gidelim” şeklinde Ömer Babavari bir yaklaşımla gönüllere su serpti. İskenderiye’ye iki buçuk saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından ulaştık. Überle de gidebilirsiniz ama ne gerek var? Girmeyin böyle toplara derim, go bus gayet konforlu bir ulaşım şirketi. 

 

İSKENDERİYE 

 

Gelelim İskenderiye’deki o kıymetli tek günümüze… Biz iki felsefe/ilahiyat bozması arkadaş olarak İskenderiye’yi görmemiz gerektiğini düşündük ama çok da şart mı? Değil. İskenderiye Kütüphanesi’nin sembolik önemi malumunuz, Unesco bir kütüphane inşa etmiş ama çok talihsiz bir yapı. İnanın İstanbul’da çok daha mükemmel kütüphanelerimiz var ve hatta Külliye’ye yaptırılan Millet Kütüphanesi Unesco’nun İskenderiye’ye yaptığı kütüphaneye bin basar. Çok canım sıkıldı…. Felsefeci Betül’ümüz ve yine felsefeci yazar Yıldız’ımız daha heyecan duydukları için onları kütüphanede bırakıp yakınlarda kahve içmeye geçtik. İskenderiye Kütüphanesi’nde bir kadın gördüm, 50’li yaşlarında, tepeden tırnağa beyaz giyinmiş, mükemmel bir asaleti vardı. Kızlar kitapları kovalarken ben oturdum kadını seyrediyorum. Allahım o nasıl bir eda, nasıl bir asalet… Küçük görevlilerden biri geldi, istersen fotoğraf çekmen için seni yanına götürebilirim dedi, kim ki o dedim, Mısır’ın ünlü oyuncularından biridir diyip nasıl tanımazsın diye de ekledi. Belli ki seyrine doyamadığım bu kadın Mısır’ın Zerrin Tekindor’u, Zuhal Olcay’ıydı dostlar… Allahım sen bana da böyle karizmatik yaşlanmayı nasip et diye ettiğim dualar eşliğinde çıktım kütüphaneden. 

 

İskenderiye gezimiz artık “bir kulaç daha atsam karadayım” psikolojisinde geçti, buradan sonraki durağımız Sharm el Şeyh’ti ve dinlenecektik. Koşturarak geçen bir haftanın yarattığı dinlenme arzusu eşliğinde İskenderiye’yi görmek için güç bela motivasyon aradık. Henüz havlular atılmamışken ekiple birlikte Kayıtbay Kalesi’ne gittik. Burası İskenderiye Feneri’nin kalıntılarıyla inşa edilen Akdeniz’in incilerinden bir mekân. Kalenin girişinde beni oyuncu zanneden ya da zannetmeyip sadece ilginç bulan bir okul grubuyla Amerikalı turist gibi fotoğraf çekme anısı yaşadım. Önce birkaç küçük kız çocuğu fotoğraf çekmek istedi, sonra sınıf sınıf… sonra kızlı erkekli bir sürü minik ve ergen etrafımı sardı. Beyaz fötr şapkamı ve Afrika’ya giden Angelina Jolie triplerimi de alıp kaleyi gezmek üzere kızlara yetiştim… 

 

Hava çok sıcak… trafik çook yoğun… Görmek istediğimiz yerlerin çoğu Sisi hükümetince gasbedilmiş… Bir umut Yıldız ve Betül’le birlikte saraylardan birini epey zahmete girerek görmeye gittik ama askerler sarayın kapısına bile yaklaştırmadı. Bu teşebbüsümüz bize şehrin içini; dar sokaklarını, dünyada hiç deprem gibi bir afet yokmuşçasına güvenle üst üste dikilen gecekondu gökdelenlerini, Batılı bir turist görünce etrafını çepeçevre saran çocuklarını, tanışmaya ve konuşmaya çalışan yerlilerini görme fırsatı yarattı. İskenderiye sahil şeridi kocaman bir İzmir Alsancak arkadaşlar. Gün batımına sahilde denize nazır bir kafede başlayıp sarayı görmeye giderken de güneşi, şehrin ara sokaklarında batırdık. 

 

Kaleden sonra ekibin yarısını sahildeki kafede bırakmıştık, onların yanına geçtiğimizde İskenderiye’nin hakkını verememenin hüznü yüklendi. Hem arkadaşlarım çok yorulmuştu hem turist olarak internet yordamıyla tespit edebildiğimiz mekânları politik ambargodan dolayı özgürce gezemiyorduk hem de nazardan olduğuna inandığım (çünkü neden inanmiyim) şiddetli bir baş ağrısı ve ağırlık gelip çökmüştü… Gayrı seyahati koordine edecek takatim kalmamıştı ve ancak bir başkası tarafından domine edilecek kadar canım kalmıştı. Bu içsel mülahazalarla kafede bıraktığımız arkadaşlarımızın yanına geçtiğimizde orada remote çalışan Raya ile selamlaştık. Raya sabah kızları kafeye bırakırken tanıştığımız aslen Iraklı, Kahire’de yaşayan ama iş için İskenderiye’ye gelmiş terazi burcu bir hanımefendiydi. Sabah bizim Türk olduğumuzu anlayınca tatlı tatlı bizi kesiyor, gülümsüyor ve konuştuklarımıza kulak kabartıyordu. Ben de selam verdim ve tanıştık. Tam bir Türkiye aşığı çıktı Raya. Bizden daha fazla Türk dizisi izlemiş, bizim bilmediğimiz Türkçe şarkıları biliyor, defalarca Türkiye’ye gelmiş, bir Urfalı kadar Türkçe konuşabiliyor ve tam bir arkadaş canlısı. Akşam işimi bitirebilirsem size katılmak isterim demişti ve şükür ki işlerini bitirebildi. Kafeye girerken “Allahım keşke biri bizi alsa ve şu şehri kendi yerlisi gibi gezdirse de benim tek derdim baş ağrımdan kurtulmak olsa” diye dua etmiştim. Canım Allahım, vallahi ben de seni çok seviyorum… 

 

Gece 1:30’taki otobüsümüze kadar Raya bize İskenderiye’yi gezdirdi. Yerel lezzetleri ve rotaları tahsis etti saolsun. En son feneri Stanley Bridge’de söndürdük. Stanley çok ihtişamlı bir yer, deniz, kumsal, ışıklar ve cıvıl cıvıl insan kalabalığıyla görülmeye değer bir bölge. Kumsala çöküp bir şeyler içtik ve Raya ile sohbet ettik. Dileyen burada denize de girebilir. Normalde köprü boyu yürünüyor ama Sisi yönetimi burada da karşımıza çıktı, köprüyü yürüyüşe kapatmışlar. 

 

İskenderiye’de konaklama ayarlamadık, bir an önce Sharm’a gidip malak gibi yatmalık, işsiz güçsüz amaçsız tatilimize başlamak istiyorduk. Rotaya İskenderiye’yi eklemeli misiniz? Bizim İskenderiye’yi rotaya zorlayarak ekleme sebebimiz şunlardı; ekipte iki felsefeci vardı, bir de insanlık tarihine mal olan yerleri görmeyi kendine görev addetmiş iki psikopat, biri ben. Hiçbir yerini göremesem bile İskenderiye’den Akdeniz sularına girmiş olmak için bile olsa bu şehri görmeliydim. En dip arzumu ateşleyense Hypatia’ydı. Nasıl Hatşepsut için Luksor’a gitmişsek Hpyatia için de İskenderiye’ye gitmeliydik. Hatta Hypatia, hayatı itibarıyla bizlere Hatşepsut’tan çok daha yakın bir kadın. Dinî otorite karşısında bilimin ve felsefenin tarihteki bilinen ilk kadın şehidi. Stanley’in kumsalında, sırtımı şehre vermiş, Akdeniz’in sularında, İskenderiye’yle vedalaştığım vakit, Hypatia’yı ve onu ilk tanıdığım dönemlerdeki gençlik hevesimi merhametle yad edip o güzel kadına selam ısmarladım. Şimdi gelin bu kadını ve arkadaşlarını Sharm el Şeyh’e götürelim :)

 

SHARM EL ŞEYH 

 

Biz İskenderiye’den Sharm’a giderken de otobüs yolculuğu yaptık. Burada yol uzun, takriben 10 saat sürecek. Dileyen yerel hava yollarını tercih edebilir. Ekibin çoğunluğundan otobüs kararı çıktığı için biz otobüsle Sina’yı aşmaya karar verdik. Mısır’a gelmeden önce bu yolculuğun riskli ve korkunç olduğu yönünde duyumlarımız oldu. Otobüs sık sık durduruluyor ve kontrol sağlanıyor dediler. Riske atmamak için bu yolculuğu uçakla yapmamızı önerdiler fakat biz şimdiye kadarki yolculuklarımızda go bus’ın verdiği güvene sırtımızı yaslayıp bu riski göze almak istedik. Dünya hayatımda bir ilk oldu ve ben tüm yolculuğu uyuyarak geçirdim… Geceki baş ağrım hasebiyle iki parasetamol ve uyku ilacı alarak yola çıktığım için sabaha kadar uyumuşum. Otobüsü de hiç durdurmadılar, Sharm’a yaklaşmaya bir saat kala otobüs kontrol edilmek üzere askerler tarafından durduruldu. Bunlar da yalandan üç beş bavul açıyolar, fenotipleri biraz ürkütücü olduğu ve bizler de maalesef Batılı pembe insan şemalarına aşina olduğumuz için hafiften tırsıyoruz. Benim bavul kırılmıştı, açtıklarında epey iş çıkacak başıma diye inip bavulu aldım. Asker açmamı istedi, ben de yeni uyanmış olmanın verdiği huysuzlukla bavulum kırık açamam dedim, o da tamam dedi? Kardeşim bu kadar kolay tamamsa ne diye milleti geriyorsunuz ya? Neyse böyle güzel bir otobüs yolculuğunun ardından Sharm’a ulaştık. 

 

Sharm’da konaklamak için havuzlu bir villa kiralamıştık airbnb üzerinden. Ev sahibimiz taksimizi yollamıştı ve hızlıca evimize ulaşmıştık. Evimiz çoook güzeldi, ev sahibimiz dünyalar tatlısı bir aileydi. Murtaza Bölgesindeki villalardan birini tutmuştuk. Bu noktada bir bahis açmam gerekiyor. Sharm’da konaklamayı belirlerken önce otellere baktık ama sonra dedik ki bir günü Ras Muhammed’te dalışta geçireceğiz, bir günü de safaride geçireceğiz. Otelin imkânlarından pek faydalanamayacağız ve sadece geceleri kullanabileceğiz. O zaman evde kalalım şeklinde bir akıl yürüttük ama hatalı bir tümevarım olmuş. Sharm el Şeyh devasa bir otel bölgesi ve güzel bir otelde kalmıyorsanız şehirde kısmen hükümsüzsünüz… Ben bu tümevarırken denizi Türkiye’deki gibi her yerde kullanabileceğimizi varsaymıştım ama şehir bize öyle bir şans sunmadı. İlk sabah kendi kendime denize girmek için çıkıp güzel bir yer buldum, kimsecikler yoktu ve direkt denize daldım. Kıta sahanlığı takriben 50 m kadar mercan resiflerinin üzerinden düz ve derinliksiz seyrediyor. Bu kısımda yüzmek pek mümkün değil, epey yürümeniz gerekiyor, deniz ayakkabısı getirirseniz bu kısmı kazasız atlatabilirsiniz. Ben yüzerek geçmeye çalıştım ama yaralandım. Denizin derinleşmeye başladığı yer ise tam bir derya. Palet ve gözlüklerinizi getirirseniz burada rahatça yüzebilirsiniz. Otellerin dubalar vasıtasıyla konforlu hale getirmediği bu kısımlarda yüzmek için şahsi ekipmanınızın güçlü olması gerekiyor. Ha bir de güvenlik kaygısı gütmeyecek kadar cesur olmanız… Bu alanlarda yüzen insan bulmak zor çünkü herkes otellerin plajını kullanıyor, tek başınıza köpek balıklarıyla meşhur Kızıldeniz’e girme adrenalini tatmak isterseniz hakkınızda hayırlısı olsun. Ben bir defa denedim, yüzme kısmından korkmadım ama yüzmeye ulaşana kadar mercan resiflerine çarpan yerlerim yara aldı ve sürekli kanıyordu. O halde yüzmek köpiş balıklarına açık davet olacağından o kadar da aptallık etmek istemeyip çıktım denizden ve daha güvenli bir plaj arayışına girdim. 

 

Otellerde kalmayacaklar için bir paragraf yazayım; Murtaza Bölgesinde bir tane özel plaj bulduk, gayet temiz ve konforluydu, güzel de bir yerdeydi. Sakin ve güvenli bir plaj olduğu için tüm günü orda geçirdik, epey de memnun kaldık. Mercan resifleri de gayet ideal zenginlikteydi. Yemek konusunda bu bölgede zorluk çekersiniz (plajın restoranı var, bölge açısından söylüyorum). Yemek ve yüzmek gibi imkânlarını kullanmak için sürekli otellere uğramanız gerekebilir. Sharm şimdiye kadar gördüğümüz şehirlerden farklı; kapitalizmin mekânlarından biri olmuş durumda. Öyle sokak lezzetiymiş, lokantaymış bulmak zor burada. Biz Sharm tatilimizin bir gününü safariye ayırdık, dalışı gittiğimiz özel plajda gerçekleştirdik. Ras Muhammed’e dalışa gidenlerden aldığımız dönütler doğrultusunda bu fikirden vazgeçtik. Çünkü bize gördükleri deniz altını ve indikleri derinlikleri söylediler. Eğer profesyonel bir dalışçı değilseniz 8-10 m dalış için müstakil bir Ras Muhammed planı yapmak pek mantıklı olmayabilir. Giden arkadaşlardan biri benim kendi kendime tespit edip yüzdüğüm izbe koydan daha verimsiz bir deniz altı görmek durumunda kalmıştı. Bir de Ras Muhammed’i genelde dalış ekipmanı verdiği ve dalışı yönettiği için tercih ediyor insanlar. Bizim bu iki sekmeye de ihtiyacımız yoktu. Zira Mısır’a Kızıldeniz’de dalmak için gittiğimizden mütevellit gayet kaliteli bir ekipmana fahiş yatırımlar yapmıştım. Bu yatırımdan en az İbni Arabi ve İbni Rüşd ve Hallac’ı tanımak kadar verim aldım diyebilirim dostlar…

 

Yüzmek için otellerin plajlarını da kullanabilirsiniz, günlük misafir kontenjanından resepsiyona ödeme yapabilir ve otelin misafir bilekliklerinden temin edebilirsiniz. O bileklikler olmadan otelin plajına kaçak şekilde girerseniz görevliler sizi fark ediyor ve uyarıyor. Nerden biliyorsun diye sormayın… Sharm’daki son günümüzde ben Kızıldeniz’e veda etmek istedim, yeniden o koya gidip yüzmek üzere çıkacaktım ki arkadaşlarım da katılmak istedi. 2 saat kadar vaktimiz vardı ve bir otelin yanından geçerken dedik buranın plajını kullanalım, bir saat yüzüp çıkcaz zaten ne olabilir ki? Gerçekten de 3 arkadaş 1 saat boyunca otelin mercan resiflerine daldık, ben baby nurse shark gördüm, iki gündür gördüğümden çok daha mükemmel bir deniz altıyla karşılaştım. Demek ki otellerin kendilerine parsellediği mercanlar çok güzel… işte otelde kalmadığımıza en pişman olduğum husus bu aydınlanmanın ardından neşet etti. Görevlinin bilekliklerimizin olmadığını fark etmesi üzerine denizden çıktık ve evden check out yapmak üzere hızlıca villamıza geçtik. 

 

Yüzme konusunu özetlemek gerekirse: 1) Murtaza Bölgesindeki özel plajı kullanabilirsiniz. 2) Kendinize yakın otellerden birinin plajını kullanabilirsiniz (fiyatlarına bakarsınız ve otelde kalmaktan daha uyguna geliyorsa mantıklı olabilir ama hem villaya para verip hem plaj için otele para vermek gecelik konaklamayı pahalıya getirebilir ve pek mantıklı olmaz). 3) Bağımsız bir alan tespit etmişseniz güçlü bir ekipmanla yaralanmadan her yerde dalış yapabilirsiniz. 4) Ras Muhammed’teki dalış firmalarından biriyle anlaşıp yüzmeye gidebilirsiniz ki sizleri evinizden alıp evinize bırakıyorlar. 5) İyi bir otelde kalıyorsanız tüm bunlara hiç gerek kalmaz ve gün batımına kadar otelin plajını özgürce kullanabilirsiniz. Eğer her gün Ras Muhammed’teki firmalarla yüzmeyecekseniz ve yüzmeyi seviyorsanız yanınıza dalış ekipmanınızı alın (herhalde bin beş yüz defa söyledim bunu ahhaaha). İyi bir palet ve iyi bir gözlüğü şiddetle önererek yüzme bahsini kapatıyorum. Dünyanın bütün denizlerinde yüzme hayali olan ve hayattaki en rafine zevklerinden biri, gün batımı kızıllığının tüm dalgalarınaa düştüğü bir denizde yüzmek olan biriyim, Kızıldeniz’in dimağımda bıraktığı tadı yazının sonunda anlatmak isterim. Bu arada hâlâ gün batımını izlemenin en mükemmel olduğu denizin Gökçeada, Gizli Liman olduğu deneyimindeyim. Bunun üzerine henüz çıkan bir deneyim yaşamadım. 10 yıldır her yaz Gökçeada’daki sonradan edindiğimiz köyüme gider, Gizli Liman’da gün batımını izleyerek yüzerim. Denizaltı konusunda Kızıldeniz dünyanın bir numarası gibi duruyor fakat gün batımı konusunda ırmağının akışına ölürüm Türküyem…

 

Sharm’da yemek olayını nasıl çözdük? Evde hazırlamak üzere pratik yemek malzemeleri almıştık, zor durumlarda onları değerlendirdik. Bir akşam Soho Square’a dolaşmaya gittik, yemeği de oradaki bir İtalyan restoranında yedik. YOĞURT FROZEN vardı burada! Avrupa seyahatlerinde yoğurt frozen yemeye çalışan müptelalara duyurulur. Ben Sharm’daki son günümüzde çok hastaydım, ona rağmen bu fırsatı kaçıramadım. Bu arada hastalık sebebimi de anlatayım, sizi de ilgilendirecek bir başlık açmış olalım.

 

Bizim ülkemizde klima, pek de hakim bir kültür olmadı çünkü ihtiyacımız yok… Mısır klima konusunda korkunç bir ülke! 50-55 derece sıcaktan çıkıyoruz, otobüse bi biniyorsun -10??? Saatlerce donuyosun soğuktan. Biraz abartıyor olabilirim ama en azından üşümeyi sevmeyenleriniz abarttığım halini muhatap alsın çünkü ben çok zorlandım. Hatşepsut tapınağında güneşin altında 55 derecede bile musmutlu kalabilen birini, sürekli klimanın marifetiyle sağlanan dondurucu alanlara maruz bırakmak çok acımasızdı… Yolculuklardan birinde, yanılmıyorsam Luksor’dan Kahire’ye giderkendi, iki Uzakdoğulu kadın mont giymişti. Kızlarla “iklime şu şekil uyum sağlıycaksın” diye dalgalar geçtik… Allah belamı verdi. Yanıma hiç kalın bir şey de almamışım, incecik ketenler, satenler neyi ısıtacak? Sonraki yolculuklarda akıllanıp yanıma plaj havlularını alsam da ben Mısır’da sürekli üşüdüm… En son İskenderiye’den Sharm’a geçişte vücudum otobüsün soğuğuna dayanamadı ve soğuk aldım. Sharm’da sürekli nurofen, ibucold türevi ilaçlarla dikelmeye çalışıp durdum. Gitmeden önce yanınıza soğuk algınlığı ilacı, ağrı kesici, güneş kremi ve bir adet yanık kremi almanızı öneririm. 

 

Sharm için hatalarımdan çıkardığım önerileri paketlemek gerekirse; bütçenize uygun bir otelde kalmanızı öneririm. Havuzu çok seviyorsanız ve denizden daha çok tercih edecekseniz havuzlu bir villa tutabilirsiniz ama ben havuzdan nefret ederim. Kendi beğeninize göre vaziyet alırsınız. Sharm’da araç kiralamadığımız için pişman olduk çünkü yollar çok geniş ve trafik yok. Burada uzun kalacaksanız, otelde konaklamayacaksanız araç kiralayabilirsiniz ve hiç zorlanmazsınız. Hatta çok daha konforlu bir Sharm tatili yapmış olursunuz çünkü biz ulaşım konusunda ara sıra uğraşmak zorunda kaldık. Burada araç kiralamayacaksanız indrive uygulamasını kullanırsınız. 

 

Sharm’da yapılacak etkinlikler arasında Ras Muhammed dalışı, Sina’da safari turu, Soho Square, Old Bazar’da Sahabe Camii, Farsha, Na’ama Bay koyu eventlerini düşünebilirsiniz. Bunlarla alakalı da detay verecek olursak Na’ama Bay koyunda bir sürü eğlence mekânı ve restoranlar var. Belki bir gününüzü burada yüzerek ve akşam eğlence mekanlarına giderek değerlendirebilirsiniz. Bar pub vs seviyorsanız burası akşam çok canlı bir eğlence arenasına dönüşüyor. Soho Square baya bildiğin ultra lüks avm ve eğlence mekânlarının olduğu bir yer. Yerel bir havası yok, ben sevmedim. Sahabe camii ve old bazaar tarafında takıldık ve yemek yedik. Köşede bir İtalyan restoranı vardı, yemekleri de içerisi de gayet güzeldi. BİZE ÇAY DEMLEDİLER… İlk kez çaydanlıktan ve çay bardağından çay içtik. Farsha, Kızıldeniz’e nazır kat kat yükselen oryantal bir mekân. İran esansını bol miktarda hissedebileceğiniz, dünyanın her yerinden insanla oturup İbrahim Tatlıses’ten domdom kurşunu dinleyebileceğiniz nadide bir yer diyebilirim. Yiyecek içecek konusunda gayet başarılı, fiyat performans açısından da fahiş bir durum yok. Biz iki akşam yemek için gittik Farsha’ya, ikinci gidişimizde Zeynep geldi diye şef garson hiç yer yokken bize yer ayarlayıp Türkçe müzikler açtı… Bu arada mekânın sahiplerinden biri Sharm’daki villasını gösterip burada kalıp kendisiyle evlenmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Mısır’da aldığım kaçıncı evlenme teklifi olduğunu saymadım. Sevgili Türkiye yerlisi müstakbel kocam, senin için hayran kaldığım Kızıldeniz’in kıyısında devasa bir villayı da reddettim… 

 

Safari turlarına instagramdan bakınca hemen bulursunuz, zaten çoğunun işletmecisi Türk. Biz Sharm Tour’la anlaşmıştık, Türklerin firmasıydı ve ortalama bir konfor sundular. Safari için sizi evden alıyorlar, gece de etkinlik bitince bırakıyorlar. İkindileyin başlıyor ve maalesef hayalimizdeki gibi dimdirekt çölde safari filan yaptırmıyorlar. Safari alanı var bir tane, dağlık taşlık ve kısmen çöllük bir alan. Bedevi çadırı, oryantal, yılan ve ateş şov vs böyle antin kuntin turistik etkinliklerle şişirilmiş bir paket oluyor. Yemekleri çok yetersiz ve nalaka diyeceğiniz türdendi. Çölde safari yapmak konusunda tatmin olmayıp başka bir ülkede bu deneyimi daha keyifle yapmak üzere rafa kaldırdım. Bununla beraber Tur dağının oralarda bir yerde durup deve turu yaptırıyorlar. Böyle gay gay etkinlik yapacağınıza uzatın turunuzu dağa doğru, Musa’ya 10 emir nerde inmiş gösterin misafirlerinize dimi kardeşim? Ha bunlar rivayettir, Tur dağı yoktur, 10 emir orada gelmemiştir vs şeklinde serdedilecek rasyonel yorumlarla bunun 5 yılı ilahiyat fakültesinde olmak üzere takriben 10 yıl geçirdim. Bugün geldiğim noktada dinlere dair rasyonel yorumlara hiç ilgi duymuyorum, insanlık tarihinde böyle bir anlatı varsa ben o anlatıyla sembolik bir şekilde de olsa temas etmek isterim. Kandırın beni… 10 emrin geldiğine inanılan mağaraya gireyim ve peygamberler arasında en realist olan Musa olduğu için Tanrı, ona vahyi ilhamla değil de oturup levhalara madde madde yazdırdı diyeyim. İsa’ya ise en irrasyonel peygamber olduğu için ilhamla bile değil sadece ruhla verirken Muhammed’e geldiğinde ikisinin arasını buldu diyeyim. Hem ilham hem davranışı şekillendiren “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen İslam’ın peygamberine selam edeyim. Tevhid inancının nasıl da madde ve ruhun arasında dengeyi bulduğunu, anlamı ölçü/denge olan kaderle bunun nasıl da hemhal edildiğini anımsayıp ontolojik bir tatmin yaşayayım… Beni bundan mahrum ettikleri için kırgın ve kızgın ayrıldım Tur Dağı’nın eteklerinden… 

 

Mısır’da İslam kültürü mekânların ruhuna sinmemiş arkadaşlar. Antik Mısır o kadar güçlü bir şekilde kültürü ele geçirmiş ki ne Yunanın Hıristiyanlığı ne de Müslümanın İslamı Antik Mısır kültürünün üzerine çıkamamış. Gayet anlaşılabilir bir durum bu. Köklü bir medeniyetiniz varsa üzerine asır da sürse başka medeniyetleri implemente edemezsiniz ve hele ki sahip olduğunuz o medeniyetten para kazanıyor ve üzerine ontolojik kimliğinizi tahkim ediyorsanız… Mısır’dan İbrahimî dinlere dair kültürel deneyimlere de erişmeyi ummuştum ancak ülke bu beklentimi pek karşılamadı. Ben ve din sosyoloğu kimliğim umduğuyla değil bulduğuyla mutlu oldu ve seyahatin sonuna geldik. 

 

Bu arada sigara kullanan varsa gitmeden önce kendine sigara alsın çünkü Mısır’da sigara kültürü bizdeki gibi değil. Yerel sigaraları berbat, uluslararası sigaralar da çok pahalı. Arkadaşları epey zorlamıştı yerel sigaralar ki uluslararası sigaralar da hep mentollü zımbırtılardı. Bu arada sigara pahalı diye sanırım, ülkede sigara içme oranı çok düşük. Devletin sigarayı sürekli zamlamasını aşırı destekleyerek döndüm Mısır’dan. Demek ki gerçekten insanlar para vermemek için sigarayı bırakıyor. Düşünsene bir malbora touch için 250 lira verdiğini? 

 

İstanbul’a dönüşte Büşra’yla beraber her seyahatimizin ardından yaptığımız gibi en çok nelerden etkilendiğimiz üzerine konuştuk. Büşra’nın en etkilendiği kısım görkemli tapınaklar ve asırlardır maddi varlığını sürdürebilen o tarihî aktarım olmuştu. Benim en etkilendiğim kısımlar ise Nil ve Kızıldeniz olmuştu. 

 

Geçtiğimiz yıl aralık ayında ağır bir depresif süreç geçirmiştim, o sürecin en dibini gördüğüm gününde uyuyakaldım ve rüyamda bir kız çocuğu doğurduğumu gördüm. Adını da koymuştum rüyamda: Nil. Nil benim entelektüel kimliğimi büyüttüğüm yıllarda tanıdığım ve çok hürmet ettiğim bir nehirdi. Mısır’da bir medeniyet inşa eden; bereketiyle insanlık tarihini yekindiren, yerleşik hayata sağladığı o güven veren varlığıyla bilimin ve felsefenin neşvünema bulmasına vesile olan, ihtişamıyla hürmetengiz o güzel Nil, İsmet Özel’in “saçlarımda bin ırmak, halkı suvarmak için” dizesini her dinlediğimde mütemadiyen yadıma düşerdi. Bilinçdışımdaki bu şemadan mülhemdir belki, rüyamda kızımın adını sanki yıllardır böyle bir kararım varmışçasına büyük bir eminlikle Nil koymuştum. O rüyanın üzerinden geçen 8 ayın ardından Nil’e gidebilmek, içten içe başka bir evrende, başka bir versiyonum tarafından büyütülen kızımla kavuşmak gibi olmuştu. Başka bir dünyaya Nil isminde bir kız çocuğu doğurmuştum, yaşadığım dünyada ise Nil’in doğumuyla birlikte o acı veren karanlık günlerden çıkmaya başlamıştım. O rüyadan uyandıktan sonra biraz daha büyüdüğümü ve beni o kedere çalan ıstırabın biteyazdığını duyumsamıştım. Tüm bu sebepler, Mısırlılar’ın Nil’ini benim için de nalaka diyebileceğimiz şiddette önemli kılan faktörler olmuştu sanırım :)

 

Ve Kızıldeniz… deniz yüzeyinde mercanların biraz ilerisine yüzüp dalış yapıyordum ve denizin altında, mercanlara doğru yüzüp en dipten panoramik bir şekilde mercanlar boyunca yüzeye çıkıyordum. Akıl almaz bir renk cümbüşü, üstelik CANLI! Kayalıkları canlı, taşları canlı, her rengin nefes alıp hareket ettiği rengarenk bir şölendi mercan resifleri. Mercanlardan bu kadar etkilenmemde şüphesiz üç yıldır şiddetini arttıran tabiata olan hayranlığımın da payı var. Halihazırda güneşin doğuşu da batışı da benim için her gün iştirak edilmesi gereken bir ayin niteliği taşıyor. Tanrının tabiatta icra ettiği sanatın hakkını vermeye başladığım yaşlardayım. Böyle olmaya başlayınca bulut da sadece bir bulut değil; her gün değişen, bazen yok olan, bazen şehri çepeçevre tüm spontanlığıyla gölgeleyen Tanrının o beyaz dokunuşu, bugün bize hangi yüzünü gösterdi diye mütemadiyen seyrettiğim bir hal alıyordu. Tanrıyı her yerde görmeye başlayınca, bunun seyretmesi en estetik olan kısımlarının tabiatta olduğuna inandım. Gerçi ben bu hipotezi nakzedecek kadar şehre ve insana da düşkünüm. Bazen bir insanın alelade bir hareketini, tabiatın tüm çabasından daha estetik bulabilirim ama yine de ihtişam dediğimiz şey sanırım en çok tabiata yakışıyor. Mercan resifleri ve Kızıldeniz de böyle bir yerden büyüledi beni; ihtişam! 

 

Bu panoramik dalışların birinde baby nurse shark’ı görmüştüm, birinde neredeyse nefessizlikten boğuluyordum ama hepsinde şüphesiz çok eşsiz bir deneyim yaşamıştım. Bu yazdıklarım beni o kadar etkilemiş ki bugüne kadar yaptığım seyahatler arasında en mükemmeli Mısır oldu diyebilirim. Normalde gittiğim her yer için “bizim ülkemizde de var” şeklinde bir düstura sahip biri olarak o çok sevdiğim ülkemde olmayan bir güzellikle karşılaşma şansım olmuştu; Kızıldeniz. Maalesef bizim ülkemizde her ne kadar üç tarafı denizlerle çevrili olsa da böyle bir deniz yok… ve benim gibi bulduğu her fırsatta yüzmeye çalışan biri için Kızıldeniz’le tanışmak milli bir burukluk yarattı… keşke bu deniz bizim olsaydı ve yılda en az iki kere ege-akdenize inmeye çalışan ben, her fırsatta Kızıldeniz’e gidebilseydim. Gerçi dram yaratmaya gerek yok, Rabbin nimetlerinden nerede olursa olsun faydalanmak lazım :) Şükür ki Mısır’a vize yok ve şükür ki yerli halkı tarafından dışlanan bir yabancı gibi hissettirilmiyorsun. Sadece yüzmek ve piremsesler gibi hissetmek için maddi imkânlar el verdikçe Mısır’a gidilebilir. 

 

Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum, Mısır’a giderken bu yazıyı okuyanlarınız olursa sizi en etkileyen ne oldu sorusuna yorumlarda cevap bırakırsanız sevinirim:) Yazarken aklıma gelmeyen ve sizlerin aklına takılan sorular olursa da seve seve cevaplarım. Muhteşem bir seyahat geçirmeniz dileğiyleee

 

 

Yorumlar

  1. Selam,

    Burdaki tavsiyelerden yararlanarak 1 haftalık Mısır gezimi tamamladım. Mısır, turist için gerçekten çok dolu bir ülke. Ben İskenderiye, Kahire ve Luksor'a gidebildim sadece ve üçünü de atlaya atlaya, bir çok yer eksik kalacak şekilde anca gezebildim.

    Bir ülke ki, sayısız turistik noktası olsun; ancak turiste de maksimum eziyeti etsin. Ne taksicisi adam, ne dolmuşçusu, ne pazarcısı. Şöyle tarihi mirasın şöyle heriflere kalmış olması çok üzücü. Bununla beraber bu yorumum daha ziyade turistlerin muhatap olduğu meslek erbabı için geçerli. İçeriye girdikçe Mısır'ın insanının çok efendi, sıcak kanlı ve dürüst olduğunu görmek mümkün.

    Farklı bir platformdan sana ilettiğim bir kaç notum vardı, onları buraya da koyuyorum okuyucuların görmesi açısından.

    ***

    - Mısır'ı gezmeye İskenderiye ile başladık. Burası Kahire'den çok farklı, kendi halinde, galiba diğer şehirler kadar turist görmeyen bir şehir. Hayat daha ucuz. Hiç bir şeyde pazarlık yapılmıyor, zaten fiyatlar ucuz. Mesela çipura ebatındaki taptaze balığı 50 tl'ye yedik. Hem de restorandı, fesfud değil.

    - Hatay'a gittiğimde İskenderun'u görünce "aa burası İzmir'in uzakta yaşayan kuzeni" demiştim. İskenderiye de tarihinden bağımsız olarak liman kenti olması hasebiyle öteki şehirlerin kuzeni sanki. Kordon effect midir bilmiyorum.

    - Evet sen haklıydın, burda araba kiralanmaz. Hiç bulaşmadık bile. Sokaklarda bi tane olsun nümunelik çiziksiz vuruksuz araba yok. Şehiriçi olsun şehirler arası olsun trafiğin temel kaidesi şerit tanımaksızın her taraftan makas atarak ilerlemek. Teşekkürler ben almayayım :) Ya İskenderiye sahilde bizim taksinin şoförü, akan trafikte arabayı 2 birbirine yakın arabanın arasından geçirmek için el çabukluğuyla sol aynayı kapattı, sollayınca geri açtı. Bunu hatırladıkça gülücem :)

    - İngilizce bilme oranı ülke genelinde çok düşük. Biz onların yanında sömürge gibi kalırız. Bu niye böyle yetkililerden bir açıklama duymak isterdim :) Adamlarla anlaşabileyim diye ben Arapca öğrendim adeta.

    - Kahire'de yer gök tarihi eser. İlk başlarda "yuh şu bina onarılmaz mı", "vay güzelim eseri ne halde bırakmışlar" derken sonlara doğru devlete hak vermeye başladım; hangi birini onarsınlar :) Sıradan dar sokaklarda yürürken karşına çok normalmiş gibi dev hanlar, ibadethaneler, medreseler çıkabiliyor. Ve alt tarafı bir bakkala denk gelmişcesine o dev binayı sağına alıp dar sokakta ilerlemeye devam ediyorsun. İlginç, o binaların sadece biri tr'nin bir ilçesinde olsa o ilçenin birinci binası olurdu, şehrin tasarımı ona göre şekillenirdi. Burda herhalde binlercesi var, benim takip mekanizmam çoktan kırıldı.

    - Ecdad çalışmış.

    - Kahire'nin iç mahallelerinde dün 18 km yol yürüdük. Mısır müzesi, Haliliye hanı ve Kahire kalesi'nin oluşturduğu üçgenin içinde ayak basmadık yer kalmadı :) 1) Bunlar ne güzel çarşılardır böyle. Herkes işinde gücünde; ekmeğini, mandalinasını, tatlısını, canlı tavuğunu, ızgarada pişirdiği fesfud'unu satıyor. 6 sn'de bir motosikletli gençler son sürat geçiyor, kornasından büyük keyif alarak :) Yol boşken bile o kornasına illaki basacak, çünkü bir kornası var neden basmasın :) 2) Ben bu Kahire'de hala daha bir tane tekinsiz yüz, hapçı gibi görünen tip görmüş değilim. Hepsi efendi efendi geçip gidiyor. Puslu mahallelerin izbe sokaklarında bile ne kadına ne erkeğe tehditkâr bir bakış atan, sırtlan gibi geleni geçeni süzen bir kul görmedim daha. Maşallah ama bu nasıl oluyor? 3) Buranın sokaklarında kadınlar ve çocuklar günün her saati tam bir özgürlükle geziyor. Kimsenin kimseye karıştığı yok. Karanlık karanlık sokaklarda henüz bir tane tehdit unsuru görmüş değilim. Yanından hızlı geçen motora dikkat et yeter, ki zaten onlar da prof'u olmuş motorun hayatta çarpmaz. Kadınların giyimleri de güzel güzel, çeşit çeşit; galiba kimse kimseyi tesettür ekseninde kınamıyor. Herkes herkesle yürüyor. Bizdeki fay hatları buralardan geçmemiş gibi (inş geçmemiştir)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (devamı)

      - Nerden edindim bilmiyorum, ben Mısır halkının milliyetçi olup bizi de sevmediğini zannederdim. Sokakta gördüğüm kadarıyla alakası yokmuş. Dünyanın en sempatik insanları olabilirler. Bir turiste yardımım olsun diye can atıyorlar. Sosyologlar doğu derken bunu mu kastediyor?

      - M. Ali Paşa büyük paşaymış.

      - Kahire'de yanımızdan geçen bir aile ve Luksor tapınağında gördüğümüz çift dışında çarşı pazarda bizden başka hiç Türk görmedik.

      Sil
  2. Diğer yandan, sorduğun sorulara istinaden;

    - Luksordaki 1 gecemizde Dream Island otelinde kaldık. Çok güzel bir yerdeymiş. Muz bahçesine bakan balkonu sevdim (Nil'e bakan denk gelmedi). Ücretsiz kahvaltıları da güzeldi. Hatta bize menemen denk gelmişti, sorduğumda "biz buna shakshuka diyoruz" demişti garson.

    - Zekeriya anladığım kadarıyla otelin sahibiydi. Kendini kısaca Zak diye tanıtttı. Zekeriya ismini Ayyad'dan duydum ben.

    Evet, böylece bir maceranın daha sonuna geldik :)

    Hac misali herkesin ömürde bir kez Nil gezisi yapması gerektiğini düşünüyorum artık. Hele ki Piramitler şu yaşıma kadar beni en çok etkileyen eser oldu. Başka neyle kıyaslayabilirim bilmiyorum, aklıma örnek gelmiyor. Dibine gidip bakınca insan şu kanaate varıyor: Bu insandan insana bir mesaj değil, insandan uzaya bir mesaj. 500 bin yıl sonra bizim her şeyimiz yok olur ama onlar orada iyi kötü var olmaya devam eder.

    Şimdi dinlenip kendime gelmek için 1 haftaya ihtiyacım var :) Her oluşan sessizlikte hala birileriyle pazarlık yaparmış gibi sesler duyuyorum. "Ok come come two hundred" diye arkamdan sesleniyorlar hala :))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar