İki laf, bir büyü eder



 Geçenlerde bir atasözü öğrendim: "İki laf, bir büyü eder." Uzun zamandır kendimi yiyip bitirdiğim bir meseleyi, bu sözün yardımıyla cehennemin dibine gönderdim. 

Bu söz durup dururken gelmemişti karşıma. Kendimi delik deşik ettiğim bir dost meclisindeydim. Toplumun sürekli "çok etkileniyorsun insanlardan, bu söylenenleri neden bu kadar takıyorsun..." türevinde cümlelerine, haddinden fazla maruz kaldığım bir yıl geçirdim. Bu yargının bizatihi kendisi de her ne kadar bir saldırı olsa da sonra düşündüm, gerçekten dedikleri gibi mi? Çok mu etkileniyorum insanlardan? 

Geçenlerde Büşra'yla yaptığımız hayatsal seanslarımızdan birinde manipülasyon üzerine konuştuk. Bizler manipülasyonun hep dışardan geldiğini sanma gafletindeyiz. Çalıştığımız yer, az yakın olduğumuz sosyal ilişkilerimiz, belki arada bir gördüğümüz akrabalarımız, bir tanıdık vasıtasıyla denk geldiğimiz bir insan evladı... buralarda bir sorun yok, nispeten kıyımızdan geçtiği vakit manipülasyonu tanıyabiliyoruz. Bu kadar ağır bir benlik ihlali, olsa olsa dışarda olur değil mi? Kötülüğün de hep dışarda bir yerde olduğunu sanma yanılgımız gibi. Manipülasyonu, sanki dışardan gelen bir risk faktörüymüş gibi algılayınca kıyısında kaldığımız insanlara karşı kendimizi, tüm savunma mekanizmalarımıza müracaat etmek suretiyle koruyabiliriz; arada güçlü bir sevgi bağı olmadığı için karşımızdakinin ne yapmak istediğini hemen görebiliriz. Esasında iktidar ilişkisi olan fakat bizlere kadim bir bağ varmış gibi kendini pazarlayan girişimler, henüz muhabbetimizden yeterince hakkını almadığı için onları kolaylıkla gözden çıkarabiliriz. Haliyle bu insanlar tarafından manipülasyona maruz kalma oranımız düşüktür. Akıllıyız, zekiyiz, tecrübeliyiz... Tabii ki de manipüle olacak değiliz.  

Kendimce bir tarif uydurmam gerekirse manipülasyon için ferdin benlik bütünlüğünden ve bireysel çıkarlarından tamamen bağımsız şekillenip onu harekete geçiren dış itki diyebilirim. Bizim duygularımızdan yahut düşüncelerimizden neşvünema bulmayan bir yargı, bizim dışımızda kalan insanlar marifetiyle bizi harekete geçiriyor. Bir konuda hiç yoktan kanaat edinmemizi, hiç gerek yokken tarzımız ve düşüncelerimiz dışında bir eylemde bulunmamızı sağlıyor. Buradaki en kilit mevzu, öyle sanıyorum ki kanaatin, ferdin benliğinden ve o benliğin hayrından sadır olmayışıdır. Ne demek istiyoruz? Eğer bizi tanıyan ve bizim gerçekten iyiliğimizi isteyen bir insan, bize dair bir kanaatte bulunuyorsa ona manipülasyon demiyoruz. Çünkü o kanaat, hakkı verildiği takdirde ferdin, benlik bilincini esriten bir katkı hükmünü giyebiliyor. Şu halde ayırt edici turnusol; dehrimize tebelleş olan o kanaatin, bizim benlik bütünlüğümüzün hayrına mı yoksa şerrine mi olduğu yönünde vurgusunu koyulaştırıyor. Bunu nasıl bilebiliriz? Bu noktada akla bir sürü yöntem gelebilir, birçoğunu denemiş de olabiliriz. Fakat bana göre bunu anlamanın en iyi yolu, hissetmektir. Hâl, hakikattir demiş büyüklerimiz (Bu yıl, hayranlığından başımı döndüren cümlelerden biri oldu). Akıl, mantık, analitik düşünce, muhakeme gücü vs ne sayarsak sayalım ve hatta hangisini denersek deneyelim; hiçbiri, hisleri duymak ve karşımızdakinin halini okumak kadar tahkiki bir cevap veremeyecektir. Akıldır yanılır, düşüncedir değişir, mantıktır ve nihayetinde sahip olduğu kadar bilgi arasında mekik dokuyabilir. Fakat hisler ve sezgiler? Allah'ın "ona ben ruhumdan üfledim" dediği ruh bu olsa gerek. Bir kere yanıldığını görmedim. 

Unutmayın ki insan, gülümsemeyi ve ürün kaldırmasını bilir. Bununla da kalmaz; zemheriyi ve kadının doğurma vaktini de bilir. Bu biliş, şüphesiz sezgisel ve tecrübi aklın bir getirisidir. Ben bu sözden, "zemheriye maruz kaldığımda, zemheriye maruz kalmakta olduğumu bilirim" sonucunu çıkarıyorum. Şehre indirelim bu metaforu; "manipülasyona maruz kaldığımda, şu an manipülasyona maruz kaldığımı sezgisel olarak bilirim" demek istiyorum. Bu biliş, insana Rabb'in bir nimetidir. Aksi takdirde bir insan, nasıl en yakınındaki eşlerin, dostların gadrine uğrarken gaflet uykusundan uyanabilsin ki? Tam anlamıyla bir gaflet halidir bu. Beklemezsin çünkü. Esaslı bir manipülasyon, seni gafil avlamakta mahirdir. 

Velhasıl manipülasyonu bilirsiniz. Birçoğunuz öyle sanıyorum ki manipülasyona maruz kalmanın hiç de uzak diyarlarda gerçekleşmediğini, yanı başında ve en sevdikleri tarafından uygulandığını öğrenecek yaşa gelmiştir. 

Bu seansımızın konusu; ben ve Büşra'nın, çok yakınlarımız tarafından çok uzun süre, sistematik manipülasyonlara maruz kaldığımızı fark edişi oldu. (Aramızda hep böyle bir senkron olur; konuları farklı olsa da aynı renkte acılar duyar, aynı şiddette büyüme atakları geçiririz). Ben kendi hikayemin bilançosunu paketleyip rafa kaldırana kadar başıma gelenin bu olduğunu anlamamıştım bile. Tek hatırladığım, sürekli ama sürekli "hayır ben aslında öyle düşünmüyorum. Aslında ben bunu istemiyorum. Aslında benim düşüncem şu, o yüzden böyle bir eylemde bulunmak istemiyorum..." Aslındaların gücü aşkına! Asıl, aslolan, aslında. Çığlıklar atmışım "aslolan benim kendiliğimden süzerek dile döktüğüm şu cümlelerdir, onları duyun!" diye.

İnsanlar bir araya gelip herhangi bir kanaat etrafında buluştuklarında; "asıl" birden bire değişiyor ve yığınların ittifak ettiği o kanaat oluveriyor. Hepiniz aynı fikirdesiniz diye "asıl", neden bu oluverdi ki? Ne demişti Daniel Defoe "Bir adamın, 'benden başka herkes aldanıyor' demesi güç şüphesiz ama sahiden ya herkes yanılıyorsa o ne yapsın?" Ve insan, zemheriyi bildiği gibi yanılmadığını da bilir. 

Düşün ki evindesin, tüm silahlarını kapının önüne bırakmışsın, çıplaksın ve evindeki insanlar tarafından ruhun, bir kadavra gibi didik didik ediliyor. Sürekli bir savunma psikolojisindesin fakat silahın yok, evde vurulmayacağından emin olduğun için içeri girerken kapıda bıraktın hepsini. O silahlardan biri zekadır ve zekanın, sevginin olduğu yerde tüm hükmünü yitireni makbuldür. İnsan, yeteri kadar ahlaklıysa sevdiklerine karşı zekasını kullanmaktan imtina eder. Eğer sevdiğimizi sandığımız birine karşı zekice üstünlükler kuruyorsak oradaki sevgi, dediğimiz gibi ancak bir zandan ibaret olur. Zira gerçekten sevdiğimiz birine karşı ileri süreceğimiz bir zeka gösterisinin, onu kıracağından tereddüt ederiz. Kendini savunmak zorunda hissetmesin, bel altına ateş ettiğimi sanmasın, yabancı bir insan tarafından tenkit ediliyormuş gibi hissetmesin isteriz. Silahlardan bir diğeri tecrübedir. Önceki deneyimlerimizin bizde bıraktığı hayal kırıklıklarını, yeni ilişkimize yansıtmak istemeyiz. Bu durum, tersinden; her ilişkiye önyargılarımızla başladığımız anlamına gelir ki pek de takdir edilesi değil. Belki daha öncelerde, bambaşka bir insan tarafından aynı manipülasyona maruz kalmıştın ama o deneyimi, yeni ilişkine yansıtmamayı tercih ettin. Daha doğrusu; umudun, mevcut kırgınlıklarından daha ağır bastı. Yoksa Thomas Kuhn'un ceketini çıkarıp bilime yaklaşma paradigmasına inanmadığım gibi, insanın da deneyimlerini bölmeler yaparak ayrıştırabildiğine inanmayanlardanım. Deneyimlerimizi ve zekamızı kapının önüne bıraktık dediysek onları hiç duymuyoruz demek istemedik. Sezgi, olan bitenin farkındadır. Biz ise onları kullanmaya tevessül etmeden bu muhabbeti kurtarmayı tercih etmek istedik. 

Evinde manipüle edilmek, insanı işte böyle gafil avlar. Bu noktadan sonra ya o yığınla aranıza bir kendilik mesafesi koyacaksınız veyahut manipüle edilmek suretiyle lime lime edileceksiniz. Sizin aslınızdan olmayan ithal bir karar, bir düşünce, bir eylem veyahut kanaat, gelip tüm kendiliğinizi istismar edecek. 

Peki gelelim soruma; neden başkaları tarafından bu kadar etkiye açığız? Eğer kişiliğiniz hayattan mezun olacak kadar erginleşmemişse bu gayet tabii bir durumdur. İnsanoğlu etkilenen bir varlıktır. Bizatihi dünyadaki varlığı bir başkasının, annenin etkisiyle başlayan bir varlık. Göbek bağın sayesinde ilk önce annenden etkileniyorsun. Onun yediklerinden, içtiklerinden, ruh hallerinden vs akla gelen her kulvarda birebir etkiye açık olarak kodlanmışsın. Doğduk diyelim, hayatta kalmamız birinin etkisine açık olmamızla mümkündür. Ebeveynlerimiz bizi beslerken onlardan gelecek etkiye koşulsuz teslimiz. Yürümeye başlamak, konuşmayı öğrenmek... Tüm bunlar, taklit ve etkiyle mümkündür. Duyguları özde hissederiz, evet fakat nasıl yansıtacağımızı bir başkasından öğreniriz. İnsan çok muhtaç kodlanan bir varlık şüphesiz. Tüm ihtiyaçları, kendi dışında kalan dünyadan, ihtiyacı mesabesinde etkilenmek suretiyle karşılayabiliyor. 

-İnsanların söylediklerinden neden bu kadar etkileniyorsun? 
-En başından beri etkilenerek büyümüşüm, etkilenmemeyi bilmiyorum ki! 

Hatta, etkinlenmemek mümkün mü? Bu kanaat, nasıl aksiyomatik bir kabul halini aldı anlamıyorum. Şu kanaat: "insanların söylediklerinden etkilenmemeliyiz". Hadi ordan seni Batıcıl psikolojizmin politik doğrucu imalatı seni! Neden etkilenmeyecekmişim senden? Sen hodbince yaşa, önüne geleni ardına koyma muhakemesini işleteme, çıkarların nereye sürüklüyorsa oraya savrul, savrulurken karşına ne çıkarsa savur, fütursuzca konuş ve yargıla, kendini terbiye etmekten mahrum sefil benliğinle saldır saldırabildiğin kadar... Senin bıraktığın bu etkilerde sorun yok ama ben bundan etkilenince sorunlu mu olmuş oluyorum? Ne münasebet?

Buradaki sorun; senin neden etkilendiğin değil; diğerinin, neden böylesine ahmak ve ahrazca etkilediğidir. Silahları, ilk önce etkileyene doğrultacağız. Kendisine haddini ve şemalini çizeceğiz. Bu sınırdan öteye gidersen seni öldürürüm diyeceğiz. "Karşımdaki ne hisseder" diye düşünmeden konuşursan dillerini koparacağız. "Ben böyle istiyorum diye bu eylemi yapacağım" bencilliğiyle bir eylemde bulunursan eyleyen her bir zerreni lime lime edeceğiz. Önce seni hesaba çekeceğiz, sonra kendimizi. Atalarım dedi ki "İki laf, bir büyü eder." Sen, o iki lafı bir araya getirip bana büyü yaparsan "ben neden büyüden etkilendim?" diye sormayacağım, "sen neden bana büyü yaptın?" diye soracağım. 

Şimdi modern psikolojizm, şu argümanlarla bize karşı çıkacak: "Sen izin verdiğin için sınırlarına giriyor, sen izin vermesen seni etkilemez. Önce kendini hesaba çekmelisin sonra başkasını". Evet Allah'ın cezası izin veriyorum. İnsanla mekanik bir ilişki kurmayı sonuna kadar reddedeceğim. Sevginin ve muhabbetin hakim olduğu ilişkilere erişene kadar, bu düşüşleri ve belki de kalkamayışları göze alacağım. Ben insana, bir risk faktörüymüş gibi yaklaşmayacağım. Kendimi korumaya alıp korku ve kaygılarımın, tüm samimiyetimi tüketmesine izin vermeyeceğim. Kişi, kendinden bilir işi ya. Ben şahsiyetsiz bir ahraz olmadığım için tüm insanlar, şahsiyetsiz bir ahrazmış gibi davranmayacağım. Ve evet, ben zaten hesabımı keserek gelmişim. Bazı insanların sıfır noktası, hesabı kendilerine kestiği yerde başlar. Belki aileden yaralı belki de dışardan. Her şeyden ziyade; yaraları, hesabı önce kendisine kesmeyi öğretecek kadar büyütmüş onu. 

Bu yıl, pergelimin sabit ayağı hep şu diyalogda: 

"Waldo sen neden oradasın?" 
"Henry sen neden burada değilsin?"

Yıllarca Waldo'nun yerinde olup "sahiden ben neden buradayım" diyen kız çocuğunu, "Ulan Allah'ın cezası, asıl sen neden burada değilsin?" diye soracak yaşa getirdik çok şükür. Tekamülün ikinci kilidi çözülüyor...  

Muhabbet halinde olman gereken bir insanla mücadele halindeysen sevgili dostum, taarruz altındasın ve böyle bir savaşın kazananı olmaz... 

Tüm bu tartışmalara girme ihtiyacı hissetmediğimiz, ilişkilerimizin kendi doğalında dengesini bulduğu ve hâl diliyle irtibat kurabildiğimiz 40'lı yaşlarda görüşmek dileğiyle. Belki 40'a gereğinden fazla anlam yüklüyorum, sorun değil. Zamanı gelince bir de o bahiste yanılırız. İnsan nihayetinde, yalın ve yanılgı halinde...








Yorumlar

Popüler Yayınlar