Sahi sen nerelisin?
Hadi gel, günü ısrarla batırmak isteyenlere inat, birlikte güneşi doğuralım.
Sahi sen nerelisin?
Toplum olarak bu soruyla alıp veremediğimiz bitmedi gitti. Şimdilerde de Besim Dellaloğlu ateşledi bu sorunun hengamesini.
Dellaloğlu'nun Flu'daki mezkur konuşmasından iktibastır:
"Ortalama bir Türk'ün tanıştığında ilk sorusu ne olur?
Nerelisin?
Bu aslında bir taşralılık işaretidir. Sorbanne, Cambridge, Boğaziçi ve ODTÜ mezunu iki kişi, birbirine sen nerelisin diye sormaz çünkü onların farklı öncelikleri vardır. Meslek sorulur, ilgi alanları nedir diye sorulur.
Bizde birinci nerelisin, ikinci hangi takımı tutuyorsun.
Bir insanı; 'nerelisin?' sorusunun cevabına göre;
Alevi mi Sünni mi, Kürt mü Türk mü olduğunu anlama olasılığımız yüksektir. Aslında bunu soruyor."
Bu içerik, bana son yıllarda ayırdına vardığım bir politik doğruculuğu anımsattı. Alenen sınıfsal üstünlüğünü dayatacak kadar mert olamayan kahpelerin, karşısındakinin sınıfsal düşüklüğünü hissetmesini sağlayan kaçamak sorularından bahsediyorum.
İşbu "nerelisin" sorusunu neden soruyoruz? Tartışmasız; sosyolojik muhakeme yeteneği gelişmiş her insan, karşısındakinin nereli olduğunu merak eder. Diyaloğu, diyalog olmaktan çıkarıp muhabbet haline getirmeye çalıştığımız için sorarız "nerelisin"i. Tabiri caizdir; karşımızdaki insana, "Seninle irtibat kurmak istiyorum fakat şu an, sana dair hiçbir şey bilmiyorum. Ben tabula rasa değilim, heybemde bize dair bazı kodlar mevcut. Eğer bana hangi kültüre doğduğunu söylersen ben de heybemdeki bilgileri masaya getirir seninle nasıl ünsiyet kuracağımı bulmuş olurum. Belki muhabbeti, hangi nehrin yatağında akıtacağımızı buluruz." demiş oluruz. Dahası da şu: "Toplumumuzda insana dair bazı hassasiyetlerimiz var. Şüphesiz bunların bazıları, sosyopolitik otoritelerin imalatı. Ben de bir insanım ve ister istemez o imalathaneden etkinlenmiş olabilirim. Bana nereli olduğunu söyle ki seni kıracak bir cümle serdetmeyeyim. Aksi takdirde mevcut zamlara sinirlenirken aniden 53/61 Karadeniz lobisine sövmeye geçebilirim ve şayet sen Karadenizli'ysen kişiselleştirip incinmenden imtina ederim. Belki de bir milliyetçiyim ve Kürtler hakkında olumsuz bir kanaatim varsa bile senin karşında nezaketsizlik etmek istemem, edeben susmam gereken sınırı öğrenmek isterim." demiş de oluruz. Baktığında "nerelisin" sorusu, Batılı perspektifte kabalık olarak işlense bile bizim kültürümüzde nezaketin girizgahı olabiliyor.
Velhasıl bizim nezdimizde "nerelisin" sorusu, Dellaloğlu'nun iddia ettiği gibi karşımızdakinin ötekiliğini ayrıştırmaktan ziyade, onu ve sermayesini tanımak adına sorduğumuz bir sorudur. Bu, ülkedeki herkes için geçerli değil tabii ki. Toplumumuzda "nerelisin" sorusunu, ayrıştırmak ve sınıfsal üstünlüğünü dayatmak için soranlar da var. Şimdi farklı bir pencereden onlara değinmek isterim.
Dellaloğlu konuşmasının devamında şöyle bir cümle kuruyor: "Kimlik, kişiliğin önünde Türkiye'de."
Bir konuda hafızanızı yoklamanızı rica edeceğim; bugüne kadar tanıştığınız Saint Joseph mezunu insanları hatırlamaya çalışın. Saint Joseph mezunu bir insanla tanışmışsanız; onun Saint Joseph mezunu olduğunu muhakkak duymuşsunuzdur. Ya da konuşmada Dellaloğlu'nun saydığı Boğaziçi, ODTÜ, Sorbonne ve Cambridge. Bu eğitim kurumlarından mezun olup hayatının hiçbir noktasında, bu eğitim kurumlarının kendilerine tevdi ettiği kimliği kuşanmayan bir tanıdığınız oldu mu? Olduysa da kaç tane oldu?
Evet yetikin bir Boğaziçili "nerelisin" diye sormaz fakat "sen hangi okuldan mezunsun?" diye sorar. Cambridge'te okumuş bir insanın, sana sınıfsal üstünlüğünü dayatması için memleketine kadar gitmeye ihtiyacı yoktur; hangi bursla hangi okuldan mezun olduğunu bilmesi yetecektir. Yetişkin bir ODTÜ'lü, sosyalizmin de verdiği kültüre dayanarak senin sormanı bekleyecektir; muhabbeti senin okuluna getirecektir ki laf, hemencecik kendi okulundan örnek vermeye gelebilsin. "Sizin üniversitede öğrenci kulüpleri aktif mi? Sahi neydi senin okul? ... Çok iyi abiiii ODTÜ'de bizim burnumuzdan kıl aldırmadılar" şeklinde kanıksanan bir diyaloğa denk geldiniz dimi?
Bu insanlara sorsan, "kimsenin bir diğerine üstünlüğü yoktur" gibi politik doğrucu bir palavrayı cömertçe savurur durur. Ancak sosyal hayatındaki birkaç insanla tanışmasına şahit olduğunda görüyorsun; sahip olduğu kimliklerle nasıl da sessizce insan dövdüğünü.
Sessiz dayak... Sadece mezun olduğu lisenin adıyla ortamda birkaç düz lise mezununa sessizce haddini bildiren birini markaja alalım. Muhabbet bir şekilde onun Frankafonluğuna gelsin ve herkesler, o herkesçikler zat-ı şahanelerinin nereden mezun olduğunu öğrenebilsin diye fino köpeği gibi dilleniyor. Söz kendisine geldiğinde; ailesinden devşirdiği tüm sosyoekonomik sermayeye rağmen kıt kanaat yekindirebildiği kişiliğini pazara çıkarıyor. Ardından bir muharebeden galip gelmişçesine arkasına yaslanıp sessiz dayağının, insanların yüzündeki etkisini seyrediyor. (Herhalde şu hayatta en acıdığım insan sürümüdür.)
Bu sosyal olgunun bir diğer boyutu da insanların oturduğu muhitlerdir. "Bana hangi muhitte oturduğunu söyle, seni nerede konumlandıracağımı belirleyeyim." Bu soruyu da tafsil etmeye gerek yok, siz zihninizde tamamlamışsınızdır.
Bu yazdıklarım herkes için geçerli değil tabii ki. Madalyonun bir yüzü daha var. Geçmiş yıllarda bir çiftle tanışmıştım; ne okudukları okulla ne oturdukları muhitle ne de sahip oldukları kimliklerle masaya oturmuşlardı. Hiçbir sınıfsal üstünlük beyanları yoktu. Zaten bu hasletleri sayesinde kendileriyle ünsiyet kurabilmiştik. Onların aksine masadaki sonradan görmelerden biri, onların bu kimliklerini sapık gibi çıkarıp çıkarıp masaya getiriyordu. Bu hikayeden de anlaşılacağı üzere bu sosyal kimlikler; gerek sahipleri gerek sahip olmayanları tarafından sınıfsal ve kompleksif birer turnusol hükmünde. Bunlara sahip olduğunu dile mi getiriyor? Sınıfsal üstünlüğünü dayatmaya çalışan bir kişiliksizle karşı karşıyayız. Bu kimliklere sahip olmamasına rağmen başkaları üzerinden bu kimlikleri diline mi doluyor? Komplekslerden yapılma bir kişiliksizle karşı karşıyayız. Bu turnusolleri iyi yakalamak lazım.
Tüm bunların yanında... "Nerelisin" sorusu, şayet Hıristiyan meşrepli değilseniz son derece delikanlı bir sorudur. Sevmek ve tanımak isteyen Anadolu insanının harcıdır. Dikkat edilmesi gereken soru tipi diğerleridir: "hangi okuldan mezunsun? hangi muhitte oturuyorsun?..." Nerelisin derken karşımızdaki insanın kişiliğini, hangi okuldan mezunsun derken büyük oranda kimliğini kovalarız.
Selam dostum, bizim nezdimizde kişiliğin; pazarlayayım diye canını çıkardığın tüm kimliklerinden üstündür fakat sen, kimliklerini pazarlamaya tevessül ettiğine göre baya kişilik yoksulu birisin. Sahip olduğun unvanları ve kimlikleri keşke seninle beraber bir plazaya gömebilsek...
Uzun lafın kısası; bizatihi kendisi olarak var olamayan bir insan, herhangi bir ortamda var olmak için bu devşirme kimliklere, ithal niteliklere ve ağa babasından miras kalan sınıfsal despotizme tenezzül etmeye muhtaçtır.
Yoksa siz de mi kişiliklileştiremediklerimizden misiniz?
Son not: Dellaloğlu'nun konuşmasında tenzih ettiği iyi okumuş güruh, belki gerçekten de karşısındakinin nereli olduğunu sormuyor. Fakat o da, karşısındaki insanı tanımak adına mesleğini ve hobilerini soruyor. Bunlar da baktığın zaman, nerelisin sorusunun kuzenleri gibi bir şey. "Seninle hangi konu başlıkları hakkında konuşabiliriz? Uzmanlık alanını bilirsem ya bilgimi ya da merakımı paylaşıp muhabbet açabilirim. Hobilerini öğrenirsem boş vaktini nasıl değerlendirdiğin, dolayısıyla önceliklerine ve genel itibarıyla karakterine dair bir kanaat edinmiş olurum." demek istiyor.
Gördüğünüz gibi bu yazıyı Dellaloğlu'na tebelleş olmak için yazmadım. Benim en büyük düşmanım politik doğruculuktur ve onu sezdiğim her hususta kalem oynatmaya ihtimam gösteriyorum. Muhabbet akışında dilegelen bu soruları, bu kadar da günaha boyamaya gerek yok. Bizim dilimiz bu kadar günahkar değil nitekim.
Hıristiyanlığın, günahla arasındaki sexuel tension'ı, politik doğrucu zerzavatla millileştirmeye çalışıyorlar. Allah aşkına şu politik doğruculuğu iyi takip edelim ve fark ettikçe birbirimizi uyaralım. Bu artık milli bir seferberlik halini almalı, gerekirse Anadolu'ya inip vilayet vilayet gezmeli ve Nene Hatunlarımızla ayran içip farkındalık oluşturmalıyız. Halide Edip gibi Sultanahmet meydanında milyonları karşımıza alıp bu hakikati çığırmalıyız. Batı, belki İngiliz donanmasıyla Boğazımıza inmiyor fakat politik doğruculuk kisvesi altında yoğurduğu tüm diskurlarını boğazımıza diziyor. Çıkarın şu, boğaza tıkanan lokmanın hartasını...
Bugün sabah saatlerinde bir tweet vasıtasıyla bir şiir dizesine uğramıştım, bu yazının nihayetinde de aynı şiir dizesine uğramayı hiç planlamamıştım. Hayat ve ben, tevafukları çok seviyoruz.
"Çıkardım boğaza tıkanan lokmanın hartasını
Çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
Halkı Suvarmak için saçlarımda bin ırmak
Ihtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
Hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa "
(SADAKALLAHÜLAZİM.)
Yorumlar
Yorum Gönder