Ferd ve Birey olmak üzerine: Prensiplerimiz, peygamber yadigarıdır


Geçenlerde Twitter'da bir tweet gördüm: "Kredi çekip araba almadığım için hata yapıyormuşum, banka promosyonunu kullanmadığım için enayiymişim. Bunu bizim camiadan olan insanlardan işitmek tamamen bir hayal kırıklığı. Biz ne ara bu hassasiyetlerimizi kaybettik bilmiyorum. Benim kısa vadede bir arabam, evim olmayıversin." 

Mütedeyyin kesimden olduğu anlaşılan bu arkadaşın tweetiyle bu yıl gündemimi teşkil eden faiz konusunu düşündüm. Ekonomik bağımsızlığımı kazanmaya başladığım ilk yıllarda, ailemin ve içinde büyüdüğüm kültürün, heybeme katık ettiği tüm prensipleri de esnetmeye başlamıştım. Bu prensip esnetme hadisesinin tek sebebi ekonomik bağımsızlık değildi elbette. Batı'nın gölgesindeki kerahat uykumdan henüz uyanmamıştım ve ilerlemek, gelişmek için toplumun zihin kıvrımlarımıza pelesenk ettiği prensiplerin, esnetilmesi gerektiğine inandırılmıştım. Nihayetinde biz, şehirleşmeli ve birey olabilmeliydik. Birey olmak ve ferdiyetini kazanmak arasındaki onulmaz uçurumda kaleme aldığım yazıdır. İyi tefekkürler dilerim. 

Kamusal alana adım atmış özgür insanlar olarak biz, birey olmak için ne gerekiyorsa yapmalıydık. Mesela ilişkilerimizde behemehal sınırlar koymalıydık ve muhabbet ne demek, ancak hak getirebilmeliydi. Mesela faiz harammış, bu kaide hiç de reel politik değildi. O kadar çok birey olmaya teşneydik ki kuş kadar paraya ihtiyacımız olduğunda bile ailemiz, dostumuz değil de sistemin bir bankası gelmeliydi aklımıza. Öyle de olmuştu. Birgün hiç de elzem olmayan lüks bir ihtiyaç için paraya ihtiyacım oldu, çok şükür hali vakti iyidir ailemin ama ben artık büyüdüm ve birey olduğum için kendi başıma halletmeliydim. Bankadan kredi çektim. Babam kredi çektiğimi öğrenince "Sen faize bulaşmak için mi büyüdün?" diye bir cümle kurmuştu. Anadolu irfanının ne zaman, nerede ve nasıl karşınıza çıkacağı hiç belli olmuyor inanki... O zamanlar bu serzenişindeki hikmeti de anlamamıştım, şimdi anlıyorum. Bir ferd olarak büyümek ve bireycileşmeyi birbirine ne kadar çok karıştırdığımızı. Biz bunu karıştıralım diye topla tüfekle gelmelerine gerek bile kalmadı; okuduk ve karıştı. 

Batı'nın bireyi, her şeyden önce yalnızdır ve sistemin her bir çarkına, ayrı ayrı muhtaç ve mahkumdur. Reel politik mevzulara bahis olan her başlık, Batı'nın tasarladığı birey tasavvurunu konsolide etme  değirmenine, planlı bir şekilde su taşır. Para, o başlıklardan biriydi ve İslam peygamberi, faizi haram kılmıştı. 16. yüzyılda Ebussuud ve Kanuni, neden geri kalıyoruz sorusuna Batı'da cevap ararken faizle karşılaşıp can havliyle para vakıflarını tasarladı ama olmadı. Batı, çoktan prensiplerine bağlı ferdin karşısına, faizin üzerine yükselttiği sistem bireyini tasarlamıştı. Ferdin yenilgisi, işte bu tarihte, bir Yahudi tasarısı olarak dünyanın her yerine sirayet etmeye başlamıştı. 

Birey deyince biz, toplumun en küçük yapı taşını kast ediyoruz. Adı üstünde birey, bir taş hükmündedir; sınırları ve muhtevası bellidir, potansiyeli gün gibi ortadadır, nereye koyarsan orada durur, alıp bir dağa fırlatırsan artık bir dağda yaşayan taş oluverir, bir denizin dibine koyarsan en fazla yosun bağlayabilir, ufalarsan ufalır ve içinden hiçbir şey çıkmaz, gece gündüz sulasan dahi indinde tohum bitmez, ne idiği aşırı belirli olan bir binanın inşasında belki kayda değebilir, kendinden menkul bir ihtimali olmaz, yani bir taş, ancak bir taş olabilir. Bu tanıma göre bireyin en öne çıkan hükmü, yeryüzünde kontrol edilebilir ve denetlenebilir maddi bir unsur olarak yer kaplamasıdır. Birey; değiştiremeyen ve dönüştüremeyendir. Bu şu anlamı da haizdir; birey, değiştirilebilir ve dönüştürülebilir bir eşyadır. 

Biz ise insan, eşref-i mahlukattır diyoruz. Bu sözün, sözler içinde bir yeri var şüphesiz. İnsan, taş olmayandır demek istiyoruz mesela. Mesela insan, nevi şahsına münhasır bir ferdiyete sahip olabilir. Dünyanın tüm çıkarlarını da sersen önüne, bir prensibi uğruna serdiğin tüm çıkarları, elinin tersiyle itebilir. Onu alıp bir dağa fırlatamazsın zira dağda yaşamak istemeyebilir. Onun, karar mekanizmasını işletebilecek bir muhakeme yetisi vardır ve sana "ben neden dağda yaşayacakmışım?" diye çıkışabilir. Onu öylece alıp kendi dünya tasarımına uygun bir yere koyamazsın zira kendi tasavvurunda, kendisini konumladığı bir yeri olabilir. "Sen bundan sonra şu işi yapacaksın" diyemezsin zira o, kendi kabiliyeti ekseninde ne üretebileceğini ve topluma nasıl bir katma değer sağlayabileceğine dair bir fikre ve bilgiye sahip olmuş olabilir. 

Bireyi, sınırsız bir özgürlük vaadiyle etkileyebilirsin. Ferd ise vaadettiğin tüm özgürlükleri, evvela kendi prensiplerinden mülhem tekvin ettiği muhakeme süzgecinden geçirmek ister. "Bunu neden ve nasıl kabul etmezsin" diye o Batılı aklın almadığında da "prensiplerime aykırı" demek suretiyle seninle muhabbeti kesme özgüvenini haizdir. Bireyi, maddi çıkarlar ve iktidar ilişkileriyle aynı masaya oturtup eline de riayet etmesi üzere bir davranış kalıpları listesi verebilirsin; birey bunu alır ve eyleme döker. Eylemin bir aktörü olmasına rağmen, bu birey için "bir şekilde fail olmuş" diyebilemeyiz. Fail olmak, adı üstünde özne olmaktır. Haddizatında var olan bir Öz'ün, dünya sahnesindeki bir yansımasını terennüm edebilmektir. Özne olmak için her şeyden önce bir öze ihtiyaç vardır ve birey, nereden baksan bu özden muaftır. Öz, tek başına var olabilen, dünyada yekindirdiği tüm kimlikleri kendisinden çıkarıp aldığında bile kendine has bir şekilde hayatta kalabilendir. Ferd kelimesinin etimolojisine baktığımızda bulacağımız şey de tam olarak budur: "tek başına olan, eşsiz ya da benzersiz olan". Böyle bakıldığında ferd, her halükarda öznedir. 

Bugün bireye refahtan bahsettiğinde; Batılı bir yaşam tarzını tahayyül eder. Ona sorsan bir Batılı, dünyanın en refah içinde yaşayan insanıdır. Ferd ile refah üzerine bir müzakereye giriştiğinde ise duyacağın şey şudur: "kendi prensiplerim doğrultusunda özgür ve huzurla yaşayabilmek". "Bolluk, rahatlık, esenlik ve huzur anlamlarını ihata eden refah kelimesi, Batı'nın fabrikasyonundan geçip önümüze geldiğinde ise "maddi konfor" şemasından bir adım öteye gidemeyecek kadar kan kaybetmiş vaziyettedir. Oysa refah, asla tek başına maddi bir konfor değil ve olmamalıdır. Beraberinde huzuru getirmeyen bir refah, bireyi denetleyen modern bir zabıtadan ibarettir. 

Bu ikiliyi, güçten ne anladıkları üzerine bir münazaraya davet edelim. Birey; iktidarı, hükmetmeyi, hegemonyayı ve bu uğurda serdedilecek her türlü şiddetin meşruiyetini arzularken ferd, adaleti murad eder. Bireyin elinde güç varsa onu her takdirde kullanmak ister. Zira o güce tevessül etmeden var olamayacaktır. Söz gelimi bilgi ve zeka. Birey, bir konuda bir bilgiye sahipse hangi masaya koyarsan koy o bilgi marifetiyle üstünlük kurmaya çalışır. Bu durum, çoğunlukla karşısındakine bir şiddet ve zulüm olarak yansır ve birey, haddizatında böyle bir ihtimalden imtina etmez. Oysa ferd, ötekinin onurunu ve haysiyetini incitmemek için bilgiyi kullanmamayı irade edebilir. Zekasıyla üstünlük kurabilecek bir istidatı olsa bile o üstünlüğün, adaleti ve huzuru sekteye uğratmasından rahatsız olur. Adalet ilkesinin tüm ihtişamıyla dünyada var olmaya devam etmesini, kendi bencil zaferinden daha değerli ve önemli addeder. Ferd, muhtemel tüm maddi kayıplarına sırtını dönerek adaletin değirmenine su taşıyabilendir.

Biz, 16. yüzyıldan bugüne değin, Batı'nın bireyi olmaya çalışmak sureti ve kendi rızamızla bir gaflet uykusundayız. Zannettik ki birey, nereden baksan ferddir. Hakikatte birey, evvela ferdin katili, prensiplerin  ise baş düşmanıdır. Peygamber yadigarı prensiplerimizi bir kere bayağı görmeyeduralım, ferd ve birey hemen birbirine karışır. 

Ben bu yazıyı yazmış ve bugün son okumasını yapıp bloğa süreyim diye planlarken bir pasaj düştü önüme. Şairimden bir iktibas:

"Özgürlükten anladıkları gayrı islamidir.

Refahtan anladıkları gavur hayatıdır. 

Güçten anladıkları zulümdür."

Babam yıllarca ticaret yaptı, çok zengin de oldu çok fakir de. Tüm bunları yaşarken tek bir kuruş faize bulaşmadı ama ben, ekonomik bağımsızlığımı elime alır almaz kayıtsız bir şekilde faize bulaşmıştım. Kayıtsız olmam lazımdı, yani kayıtlarımdaki tüm prensipleri silmem lazımdı birey olabilmek için. ferd ve bireyi bir kere karıştırdık. Fert olmayı, Batı'nın bireyi olmak sandık ve Batı'nın sunduğu bireyizm paketini, olduğu gibi alma gafletine düştük. Ailemizin ve kültürümüzün kodlarından ayrılmayı, bağımsızlaşmak ve büyümek sandık. Birey olmak suretiyle büyüdüğümüzü sandığımız her dakika, bir taraftan ördüğümüz kadifeden kafesle doğru orantıda büyüdü. Kendi kendimize, kendi ellerimizle ve heyhat hür irademizle kadifeden bir kafes ördük. Günün sonunda toplumun bir yapı taşı olduk, tebrikler. Şimdi üzerimizdeki tüm batıcıl tortuları silkip ferd olma zamanı. 

Bir dua: Allah bizlere, tüm bu süreci, kendi hayatında birebir deneyimleme gafletine düşmeyecek kadar özgüvenli ve asil ferdler yetiştirmeyi nasip etsin. Babalarımız bu gaflete düşmedi, biz düştük. Rabbim bize öyle bi feraset ve basiret nasip etsin ki bu bireyizm belası, sulbümüzün yanına yöresine yaklaşamasın. Velevki yaklaştı, onlara miras olarak bırakacağımız peygamber yadigarı tüm prensiplerimizi kuşansın ve o muharebeden zaferle çıksın. 








Yorumlar

Popüler Yayınlar