Arap entelejansiyasından bize fayda gelmiyor
İki gün önce İsam'ın konferans salonunda Taha Abdurrahman'ı ağırladık Türkiye olarak. Programın organizatörleri bu kadar rağbet olacağını ön görememiş olacak ki AKM'yi ayarlama ihtiyacı hissetmemiş. Mehmet Görmez Hoca da açılış konuşmasında zikretti "tarih ve mevsim itibarıyla bu kadar kişinin geleceğini ön göremedik". O sırada yanımda ayakta duran bir grup, konferans için Bursa'dan geldiğini söylüyordu. İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık, dışarıya kurulan ekranların olduğu salonlar da aynı şekilde kalabalık. Canlı yayın bağlantıları ve her kafadan yükselen "Taha Abdurrahman konferansı" gündemi. İlginç bir gündü. Ertesi gün de Ankara'da konferansı oldu ve aynı ilgi ve temadi orda da kendini gösterdi, neden?
Halihazırda sabahtan beri İsam'da olduğumdan konferans salonuna erken girip oturabilmiştim fakat büyük hocaların ayakta kaldığını görünce koltuğumuzu onlara bırakıp çıktık. Meraklısıysan dijital neşriyat ve yayınlardan istifade edersin elbet. Taha Abdurrahman, Özgün İslam Felsefesi için gerekli gördüğü 8 esası anlattığı bir konferans vermiş oldu. Hem konferans süreci hem muhteremin zikrettiği esasların muhtevası derken kendimi aniden eski Türkiye'de hissettim. Geçmişteki gündemlerimize nostaljik bir yolculuk yapmış gibiydik. 8 esasın ne olduğunu merak edenler İslam Düşünce Enstitüsü'nün web sitesinde Pdf dosyasına erişebilirler.
Esaslara teker teker yer vermeyeceğim, mecmuaya bakınca büyüklerimizin yıllardır içimizde açtığı o karanlık boşluğun varlığını hissettiğimi söylemekle iktifa edeyim. Biz gençlere bir türlü arpanın boyunu bulduramayan ve haliyle bir adım yol katettiremeyen bu terennümler, kendi içinde çok kıymetlidir, şüphesiz. Zaman bu kadar hızla değişirken büyüklerimizin bize öz ilkelerimizi ve özdeğerlerimizi mütemadiyen hatırlatmasını son derece değerli bulurum. Müslümanca yaşamaya dair serdedilen her yorum, sürekli zikrimizde olmalı ve olur ha istikametten sapayazmışsak kendimizi hizaya çekmeliyiz, amenna. Rasulullah'tan aldığı değer ve ilkeleri, yeni nesile aktaran kıymetli muarriflerimizden Hak razı olsun. Ama...
Ben, bir halenin içinde bulunduğumuzu fark etmeyip hale içinde birbirimizle tartışmaktan yoruldum. Halenin içinde; özgün bir islam felsefesi nasıl inşa ederiz diye tartışıp duruyoruz, yaklaşık bir buçuk asır oluyor. Oysa bizi o halenin içine kim soktu, neden oraya birileri tarafından sokulduğumuzu görmedik, aramızdan gören olunca neden onları vülgarize edip kendimizden uzaklaştırdık, o haleyi kim ve neden oluşturdu? Bunları sormamız lazımdı. Yani, biri çıkıp "özgün bir islam felsefesi nasıl inşa ederiz" diye sorduğunda; "neden özgün bir islam felsefesi inşa edecekmişiz?" diye sormayı akıl edebilmeliydik. Halenin içine girmemek için elbette. Malum girdin mi çıkamıyorsun...
Biz neden bu felsefe trenine binmek için kendimizi bu kadar paralıyoruz? Belli ki olmuyor. Bu konuyu kendine dert edinen hangi büyüğümüz kalem oynatmışsa Müslümanın ahlakından ve meziyetlerinden bahsetmenin ötesine de geçemiyor. Sufî bilinçten, peygamber ahlakından, İslamın özünden ve o özle kurulması gereken güçlü bağdan bahsedip duruyor. Bunu tenkit etmek için söylemiyorum; eğer bunu yapacaksan bunu yap. Felsefe yapıyorum diyip bunu yapma be hocam. Yanlış anlamayın, çabanın her türlüsüne hürmetim sonsuz fakat istikrar ve çaba kadar önemli olan bir meziyet daha var; yolun şifa getirmediğini anlayınca istikameti değiştirebilmek. Asırlardır dikmeye çalıştığımız bu felsefe esvabı, vücudumuza ve tarzımıza oturmuyor. Yapmaya çalışıyoruz fakat yaptığımız şey felsefe olmuyor.
Buradan bir beceriksizlik yahut yetersizlik skoru çıkarma derdinde değilim. Yani "Biz felsefe yapmayı beceremedik vayhek, Batı aldı başını gitti, Müslümanlar olarak bu konuda çok geri kaldık" gibi bir yerden konuşmayacağım. Bir şeyi bu kadar isteyip yedi düvel bir araya gelmiş ve becerememişsek demek ki ona tahkiken ihtiyacımız yoktur. Gerçekten olsaydı illaki başarırdık. Gerçekten ihtiyacımız olan her şeyi, kendimizce bir usul bulup bir şekilde başardık. Gerçekten istediğimiz bir şeyi, akıl almaz engellerin gölgesinden kotararak oldurduk. Tarih bunların örnekleriyle dolu. Asla tarihimize ve kültürümüze haksızlık etme derdinde değilim aksine; haysiyetimizi ve onurumuzu kurtarma çabasındayım. Felsefe yapamıyorsan demek ki sen felsefe yapacak biri değilsindir. Oturup "neden felsefe yapacak biri değilim?" diye sorgulayıp kendinden menkul, Batı'dan ithal etmediğin öz cevaplar bulmanın vakti gelmiştir. Felsefeye de gerçekten ihtiyacımız olsaydı ve Müslümanlar olarak kolektif bir şekilde bunu istiyor olsaydık bunca yıl, illaki İslam felsefe geleneği oluşurdu. Olmuyor. Demek ki burada senkretik bir şey var. İslam, felsefeyle aynı potada erimiyor ve hatta İslam'ı hangi kavram ve amaçla bir potaya soksan o potadan yegane gerçek olarak çıkıyor.
Ben okuduğu her kitabı, izlediği her filmi, hayatı yaşarken şahit olduğu her sahneyi damardan alan biriyim. Yani aklıma ve heybeme bir veri girdi mi muhakkak bir metamorfoz geçirerek devam ederim ertesi güne. Müslümanların felsefeye dair neşrettiklerini okurken de böyle olsun isterdim, fakat öyle olmuyor. Herhalde nicesinden farkım şudur; yazarın beni çekmek istediği bahis her neyse hem benim hem yazarın hem de yazdığı eserin dışına çıkıp depersonalize olabilmemdir. Yazdığı şeyi anlamak ve öğrenmek yerine evvela ne amaçla ne yazdığını muhakeme etmeye çalışırım. Söz gelimi Taha Abdurrahman'ın zikrettiği 8 esas, birbirinden kıymetlidir amenna. Bu esasların her birinin altında yatan amaç nedir? Biraz dışsallaşıp bu soruyu cevaplandırınca görüyorsun ki İslam ahlakı ve Müslüman aklını ihya etme niyetinden başka bir şey değil. Son derece kıymete şayan bir niyettir; güzel, akıllı, güçlü ve ahlaklı bir Müslüman olmanın klavuzu diyebiliriz bu esaslar için fakat felsefe diyebilir miyiz?
Arapların belagati güzel olur; bir meseleyi öylesine şairene masallaştırırlar ki mevzunun rasyonel düzlemde ne olduğunu tahkik etmek yerine o şiirselliğin büyüsüne kapılıp gidiyoruz. Taha Abdurrahman ve ara ara Müslümanların gündeminde yıldızı parlayan mahut hocalarımızın yazınlarına bakınca çoğunlukla afaki ve sloganik, mantığı behemehal ihlal eden bir retorik, evrensel bağlamdan kopukluk, kendi koordinatlarından değerlendirdiğinde son derece romantik kalan birtakım iyi niyetli terennümler görüyorum. Dahası, biraz objektif yaklaşınca bu hocalarımızın algıladığı İslam ve Müslüman'ın, Batı'nın gözündeki İslam ve Müslüman'ın birebir aynısı olduğunu görüyoruz. İslam'ın terminolojisini, dilini ve hassasiyetlerini kullanarak İslam'ın içinden neşet etmeyecek bir özü tahkik ediyorlar. Batı Müslümanı nasıl tanımlamışsa onu almış; "neden böyleyiz ve nasıl düzelebiliriz" diye sorguluyorlar. Bir saniye! Tarantula yazdılar diye göğsümüzdeki yaftaya, tarantulaymış bizim adımız diyecek değiliz.
Toplumun, kitabî olana iltifat göstermesinin altında bazı sebepler okunabilir; sahada olan bitene dair bir umutsuzluk baş göstermiş ve siperlere, yani konfor alanlarımıza çekilmek istemişizdir. Güvenli alanına çekilip deri değiştiren sürüngenler gibi düşünelim, eğer bu süreçten yeni bir deri çıkararak devam edebilirsek ne mutlu bize fakat Taha Abdurrahman'ın kitabî esaslarından yeni bir deri çıkmaz. Çıkmadığını 19. yüzyıldan beridir Muhammed Abduh'la, Reşid Rıza'yla, Seyyid Kutup ve Fazlurrahman'la gördük. Türklerin İslam tecrübesi, Arapların İslam tecrübesinden farklıdır. Onların belagatinden ve romantik dinî terennümlerinden herhangi bir ihya süreci yaşamıyoruz. Aynı gaflete daha kaç kez düşeceğiz bilmiyorum. Nasıl Batı'dan öğrenip dikmeye çalıştığımız felsefe esvabı bizim vücudumuza oturmuyorsa Araplar'dan öğrendiğimiz İslamî hatırlatmalar da aynı şekilde irademizde kayda değer bir değişiklik yaratmıyor. Biz Türklerin, bu düşünürlere beslediği muhabbetler, ideolojik ayrışmalardan, romantik hezeyanlardan başka bir şey doğurmuyor.
Eğer bu esaslardan reel hayatımıza dair bir usul çıkacak olsaydı, bu kadar cüretkar ve haddini aşan bir yerden konuşmazdım. Diyelim ki sen ahlaka dair bir kaide oluşturdun ve ben hasbelkader buna denk geldim. Senin kaideni okuduğumda reel hayatımda karşılaştığım sorunlara dair politik bir tavır, kendinden menkul bir bilinç edinemiyorsam senle ilişkimiz mastürbatif bir birliktelikten ileri gitmiyor demektir. Ayrılmamız lazım, çok seviyorsak şayet severek ayrılmamız lazım. Her halükarda, bizim sizinle ayrılmamız lazım.
Arap entelejansiyasıyla Türk entelejansiyasının arasında çok büyük bir fark var. Herhalde biz istiklal kaybı yaşamadığımız için Batı'nın bizi ısrarla sokmak istediği o fanustan, kognitif bilinçdışımız marifetiyle çıkmamız gerektiğini biliyoruz. Şunu görüp Arap entelejansiyasıyla aramıza, hak ettiği mesafeyi koymamız gerekiyor bir an önce. Kaybedecek bir asrımız daha yok. Zira biz Türkler, gündelik hayatı şekillendiremeyen romantizmden ikrah ediyoruz belli ki. Ömer Seyfettin "kardeşinin malını çalma" demek için Kaşağı'yı yazıyor. İsmet Özel, fayda sağlamayacak randevuya zamanını ve emeğini ayırma demek için yazıyor. Romantik Arap düşünürleriyle girdiğimiz bu faydasız randevudan ne zaman ayrılacağız?
"Belki hayatımızda en işe yarayacak olan şeylerden biri 'doğru değerlendirme' yapmayı öğrenmektir. Ama öğrenemiyoruz, Hep ezberi değerlendiriyoruz. Kafamıza sokulanlarla değerlendiriyoruz. İdeolojik bir ilkeyle yapıyoruz ya da dinsel bir ilkeyle" demiş Kuçuradi.
Velhasıl; sürekli Arap diyarından tonton bir dedenin ya da ihlaslı bir Müslüman'ın çıkıp "eğer yürürseniz ilerlersiniz" demesinden istikrah etmiş durumdayım. Ben bir Türk olarak haddizatında yürümekteyim, dünyada olup biten her şey karşısında politik bir bilinç edinmeye çalışmaktayım, bu uğurda somut adımlar ve çıktılar için uğraşmaktayım, pusulamda ne umutsuzluk ne atalet var, sizin telkinlerinizin muhatabı ben değilim. Ama gel gör ki Türkler masal ve destan dinlemeyi sever. Bizim bilinçdışımızda maalesef böyle bir kodlama hatası mevcut. Biri bize masal anlatsın, biz de uyuyalım...
İkinci soru; neden kendimize, kültürümüze, inancımıza bir projeksiyon yönelttiğimizde bunun adına felsefe demek zorunda hissediyoruz? Bu soruyu olgusal ve kavramsal bir şekilde, "Huzursuz Yazılar II" yazımda işleyeceğim. Hepimizin asırı aşkın bir zamandır içine düştüğü bir hezeyandır, Taha Abdurrahman'a nispet etmek ayıp olacak. Bu felsefe düşkünlüğünün, Müslüman'ın aşağılık komplekslerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder