Bir Vicdan Meselesi: Alev Alatlı'nın Anısına
Bu ikircikliğin beni en yorduğu zamanlarda, böyleyken hayatı karizmatik bir şekilde ve peygamberane yaşadığına inandığım insanlara gider, şifa ararım. Türkiye'nin yetiştirdiği aydınlardan ikisi, son aylarda özellikle sık sık kitaplarına gittiğim ve havsalamı sağalttığım o iki aydın, Alev Alatlı ve şairim oluyordu. Şayet bir entelektüel bakiyeye sahip olmuşsam en çok da bu ikisinin gölgesinde sahip olmuşumdur. Kütüphanemde delik deşik ettiğim kitapları, hayatımda da onlara hürmetin ziyadesiyle geçer akçe olduğu insanların varlığı hakim. Epeydir kitap okumayan hayatım, yine epeydir başucuna bu ikilinin magnum opuslarını getirip koymuş ve bana gençken aşığı olduğum heyecanımı yeniden hatırlatmaya çalışır olmuştu. Ben heyecanımı ve hayata dair iştiyakımı dışarlarda gezdirmeyi bıraktım. Şairin eve dön, kendine dön dediği yere geldiğimde aydınlarımı ve dostlarımı oracıkta beni beklerken buldum. Eve dönmenin huzurunu tattığım ve bir an önce eve varıp evime dönmeyi arzuladığım bir gündelik hayat koşturmacasındayken aldım bu haberi.
Ağlamaktan haberi hazırlayamadım. Neden 80'ine gelmiş bir insanın vefatına, üstelik ölüm gerçeğine sınırsız bir meşruiyet ve hürmetle yaklaşırken bu kadar yıkıldım bilmiyorum. İki gündür bunu düşünüyorken bulduğum cevapları yazmak istedim.
Semra Hocam bu ülkenin yaşayan entelektüelleri için milli bahçelerimiz derdi hep. Bizi de elimizden tutup o bahçeleri gezmeye götürürdü. Bazı bahçelerden yıl geçerdi ama çıkarmazdı. Bazen yorulurduk ama her ağacı bilfiil tanıyalım isterdi ki büyüdükçe anladım nedenini. Hani ergenliğin verdiği yetkiyle ezberciliğe karşı çıkardık hatırladınız mı? Bunları ezberlemeye ne gerek var, hiçbir işimize yaramıyor ki diye isyan ederdik. Büyüdükçe anladım ki hayat bazı duyguları da dersleri de öğretmek için kendi vadesini bekliyor. Bugün gereksiz gördüğün bir bilgi, yıllar sonra bir çaresizliğine şifa oluyor. O yıllar sonra geldiğinde heybende sana şifa olacak şeyler olsun diyeymiş tüm bahçeyi gezmelerimiz. Mesela ben o yaşlardayken bilmezdim "benden sonra tufan" demenin nasıl bir haysiyetsizlik olduğunu. Fakat büyüdükçe ve hayatını "benden sonra tufan" şiarıyla yaşayan insanlarla aynı kamuda, aynı iş yerinde, aynı ortamlarda karşılaştıkça bildim, görür görmez tanıdım bu haysiyetsizleri.
Mesela ben Batı'yı bu kadar konuşmayı bazen çok anlamsız ve hatta dürüst olayım zaman zaman da kompleksif bulurdum. Fakat girdiğim o iki bahçenin fon müziği de Batı'nın ipliğini pazara çıkarma notalarından yapılmıştı. Büyüyünce öğrendim Batı'yı bilmenin nasıl kendini öğrenmeyi doğurduğunu. Hani Hz. Ali'nin nasıl olunmaması gerektiğini zalimden öğrendiği menkıbesi var ya, onun gibi bir şeymiş içinde büyüdüğümüz. İkisi de çok iyi biliyordu ki bu toprağın insanı, zalimini çok iyi tanıdığında nasıl olmaması gerektiğini öğrenecek ve kim olduğunu bilecekti. Bu sebeptendir hem şair hem Alev Alatlı, ikisi de her şeyden önce Batı'yı öğretmek istemiş bize. Biri hiddetle döve döve söylemiş biri merhametle seve seve öğretmiş.
Velhasıl gölgesinde olmanın bana en güven verdiği iki isimden biridir Alev Hocam. Sanırım Alev Hocamın gerçek, şairimin ise muhtemel vefatının acısını birden yaşadım. Kahır sebeplerimden biri buydu şüphesiz. Bir diğeri tamamen kendi yolculuğumla ilgiliydi.
Ben 93 yılında geldim bu dünyaya. Annemin söylemesine göre terör saldırıları o kadar çokmuş ki odalarda otururlarsa duvardan kurşun geçer ama antrede oturursak iki duvarı kurşun geçemez diye antrede çekmiş sancılarını. Terör kurşunlarının şehri delik deşik ettiği birgünde gelmişim bu usulünü hâlâ çözemediğim hayata. Uğur Mumcu suikastının üstünden henüz 20 gün geçmiş. Ben doğduktan iki ay sonra Özal vefat etmiş. Amerika'da ilk kez internet bağlantısı gerçekleşmiş, Sivas Katliamı yapılırken herhalde ölmeyeceğimden emin olmuş ailem, prematüre doğmuşum zira. "Uykuya koyarken kıbleye çevirirdik seni, çok güçsüz ve hastaydın, yaşayacağından ümidimi kesmiştim" derdi hep. Bu bilgiler ne yaparsam yapayım ülkemde olup biten politik akışa kayıtsız kalamayışımın kendimce bulduğum sebepleridir. Ne kadar yaşamaya çalışırsam çalışayım hikayeyi hep öleyazmaya ithaf edişlerimi de. Öyle bir atmosferde doğan hangi çocuk aşk kuşko bir hayat yaşayabilir ki? Terör kurşunuyla ölme ihtimali olan bir kadının yaslı rahminden gelmişim dünyaya.
Bu ülkede kadına biçilen toplumsal cinsiyet rollerinde yerimi bulamadım bir türlü. Makbul bir kadın olamadım gitti. Astrolojiyle ilgilendim, cilt bakımına sardım, fal bile bakar oldum ama hamur bu ya tutmuyor. Memleketi dert etmekten ne kadar uzağa gitmeye çalışırsam çalışayım, az ötede kendimi onun dehrinde bulurdum. Artık pes etmiş ve gençlik hayalime geri dönmüştüm Alev Hocaya geldiğimde. Kendiliğime dair işlenmemiş malzemeyi, o bilkuvveyi gördüm, ondan kaçmak için yarattığım tüm sebepler tarafından dövüldüm, o sebeplerin yorgunluğuyla eve döndüm. Kapıyı Semra Hocam açtı, usulca Alev Hocanın gölgesine sindim ve çok değil geçtiğimiz günlerde, aradaki bağlantıları zorlayayım da mutfağında böreğini yiyeyim diye hayal bile kurmuştum.
Peki Alev Alatlı neden bu kadar etkindi hayatımda? 93'te doğmamı ve ben doğarken olup biteni yazmamı lafügüzaf sanmayınız. Ben dünyalar üstü bir aşkla karşıma gelseniz dahi "memleket bu haldeyken mi?" diye soracak kuvayı milliye'nin ete kemiğe büründüğü o hatunum. Son zamanlarda evlilik fikri makul gelmeye başladı ve dua ederken "vatan millet bilinci olsun, bu memleketin salahiyetini her daim bir kaygı bellesin ki üretirken ilk elden memleketi için üretsin" dediğimi fark ettim. Başka türlü hiçbir ihtimal bizi evlilik kurumunda sıtar ettirmez belli ki. İstiklali damarlarından alıp bugün hâlâ İstanbul boğazına bakarken "Ya Rabbim burayı ingiliz gemilerine peşkeş çekmeyen ecdadımı sen bana unutturma" diye dua eder, tabiri elbet caizdir, tevekkül marifetiyle istiklalin zekatını öderim.
Eğer böyleyse tıynetiniz, hayatı böyle yaşamanın nezdinde bir delilik olmadığı insanlara ekmek su gibi muhtaç olursunuz. Zira yığınlar karşınıza dikilir, size kendinizi deli, sorunlu ve tutarsız hissettirmek için. Yığınlarla baş etmek, Batı'yla baş etmek, Batı'nın tebdili kıyafetle ülkende sirayet ettiği üst yapı aygıtlarıyla baş etmek, sen insanın kendinden menkul hezeyanlarını anlamaya çalışırken çabanın değersizleştirilmesiyle baş etmek, Tanrı'nın insanlık hikayesine tanımladığı ve adına istikamet dediğimiz odaktan sapmamakla baş etmek... Tüm bunların üstesinden tek tabanca gelmek pek de mümkün olmuyor. Alev Hoca işte buralarda benle yürüyen değerlerimden biri ve refikalığına minnet duyduğum için zannettiğimden çok daha değerliymiş, vefat haberiyle anladım değerinin ne şiddette olduğunu.
2018 yılında yine politik bir dönemeçteydim memlekete dair. Semra Hocam biz dostlarını alıp Alev Hoca'nın sofrasına oturtmuştu. Nereden baksan kırk kişiydik, iltifat buyurdu ve beni Alev Hocanın yanı başına oturttu. Daha sonraları nasihatnamelerinde defaatle yazacağı birçok düsturu o gün, ellerimi tutarak gözlerime bakarak gençliğime armağan etmişti Alatlı. Deliliği övmem gerektiğini teorik olarak öğrenmiştim ancak debeleniyordum, sorduğum her sorudan deliliğin hakkını alıp tertemiz bir şekilde avucuma koymuştu. Ben yazıyorum ki sen okumaya yetmiş yaşında başla, yorulduğunda dinleneceğin bir ev bırakayım sana demişti. Bana sorsan o yıllarda yeni yeni Müslüman oluyordum. İslam kimliğinin ne olduğunu yeni yeni öğreniyordum. Kudüs'e gittiğinde "bana hemen bir örtü getirin" diye etrafındakilere salıkverişini anlattığı hikayesinde burnumun direği bu yüzden sızlamıştı.
Dün Eyüp Sultan'da cenaze töreni vardı Alev Hocanın. Henüz protokol şiddetini arttırmadan gidip saatlerce tabutunu izledim. Gelenler geldi, pek tabii her hakkı yegane kendine mahsus biçen müslüman erkekler de alandaydı ve beni Alev Hocamın hemen karşısından cebren ve hile uzaklaştırdılar. Nihayetinde cenaze namazı kılmak bir kadına düşmezdi öyle mi?
Mehmet Görmez anlattı: Alev Hanım son beş yıldır gecenin muhtelif saatlerinde beni arar ve bazı ayetler üzerine saatlerce müzakere ederdik. Hayatının son yıllarında da hiç dinmeyen bir öğrenme iştiyakı olduğundan şüphem yoktu fakat bu mesainin vahyi ve İslam'ı öğrenmek üzere olması yüreğime su serpti. Eve, doğru yoldan döndüğümün sağlamasını yapmama vesile oldu. Giderayak bile beni kendimle derde düşmekten kurtarmayı başardı. Sonra Reis konuştu ve Alev Hoca için "bu ülkenin aydınlarının vicdanı" demekliğini yeniden dile döktü. Herhalde hayatı boyunca serdettiği en derin mülahazadır. Meftunuyum bu kavramın. Vicdan kavramına düşkün olmayana selam işlemiyor, kelam sirayet etmiyor.
Dedim ki sevgili hocam, bizim İslam'ı öğrendiğimiz usul o kadar nahif ve bi o kadar karizmatik ki beni saftan kovan müslüman dayılarla nasıl baş ederiz? Yılmadan, şikayet ve nefret etmeden kapsayacaksın dedi. Eyvallah dedim ve protokolden paçamızı kurtarıp kabrine doğru yürümeye başladık. Mihrişah Valide Sultan Haziresi'ne vardığımızda bir avuç insan kaldık. O kadar az kişi olmak bir yerde içimi burksa da son yolculuğuna bire bir refakat etme fırsatını doğurduğu için çok da üzülemedim. Mezarının yanı başında, onu toprağa veren insanları izledim. Teşekkür ederim, büyük bir kumaş parçasıyla kefenlenmiş bedenini kalabalıktan imtina ettiniz. Toprağa intikali, o siperlik kumaş parçasının altında hepimizin gözlerinden uzak olmuştu. Sonra can havliyle küreklere asıldı erkekler, hızlıdan örtüldü üstü. Ben ve gözyaşlarım dünden beri neden dur durak bilmedik bilmiyorum. Edeben susmak için çok zorladım kendimi fakat pek mümkün olmadı. Usulca toprağa eğildim, bir avuç da ben alıp örttüm üstüne. Sonra birileri, bahçıvanların kullandığı, necefli maşrapaya benzer sürahilerden getirdi. (Necefli maşrapayı da Alev Hoca'dan öğrendim. bildiği her şeyi bildirmeye çalıştığı için bunu da bir ara bildiriverdi) İyice biz bize kalmıştık ve etrafa baktığımda artık tanıdık kadın yüzleri görmeye başlamıştım. Birlikte cansuyunu döktük hocanın. Herkes ötekinin vedasına sonsuz bir hürmet gösteriyordu. Anladım ki gerçekten onu anlayan ve seven bir avuç insanla kalmıştık kabrin başında. İki gündür ilk kez güzel bir duygu gelmişti içime; sana layıkıyla veda edebildim hocam. Sen benim gençliğime yoldaşlık ettin ben de senin ahirete irtihaline... Bunu bir nasip bildim ve şükrettim.
Bunu yazmak kadar hissetmekten de utandım; aklıma şairin vefatı geldi ve ona bağlı erkeklerin bizi böyle bir vedadan mahrum edip örseleyeceğinden emin olmak canımı çok yaktı. Yanılmayı ve onu da hakkıyla uğurlamanın nasip olmasını diledim umutsuzca.
Sevgili Hocam, dünyayı gördüğüm çehre değişti, Batı'yı öğrendim, senin hiç anlatmadığın yerlerde de onu görür ve zokasını çıkarır oldum. Entelektüel sezgimin üzerindeki tortuları kaldırdım, vicdanımı rahatsız eden her bahiste Batı'nın istilasını görür oldum. Şimdilerde direksiyonu aklıma değil vicdanıma ve sezgime teslim etmeyi kabul ettim. Senin bende bıraktığın o asil suhuletin tadını aldım. Sen gittiğin yıl bana bunlar oldu.
Hoşça yaşadın, hoşça gitmişsin öğrendim, hoşça karşılan inşallah.
Başımız sağolsun. Sosyal bilimlerin uzağında birisi olarak çok geç tanımıştım Alev hanımı, TV'deki İ.E.N. programıyla. Süleyman beyin de katkısıyla çok sürükleyici bir programdı.
YanıtlaSil