SEN PEK DE SAYGIDEĞMEZMİŞSİN
Voltaire efendiyle dünyamıza tebelleş olmaya başladı bu omurgasız saygı bahsi. Gerçi o "fikirlerine katılmıyorum ama fikirlerini ifade etme özgürlüğünü sonuna kadar savunurum" demişti. Ardından tüm Batı, bunu herkesin fikrine saygı duymak şeklinde tefsir ediverdi. İşine öyle gelivermişti belli ki.
Şayet bir erdem, sen gündelik hayatını alelade yaşarken bir zorunluluk gibi geliveriyorsa önüne, orada politik doğrucu bir lanet olma ihtimali kuvvetle muhtemel. Erdem olsa bir damla kan akmaz çıktığı yerden. Erdem olsa bizi bu kadar ayrıştırmaya kudreti de yetmezdi üstelik. Fakat saygı, herkesin istediği gibi icra edildiği takdirde dahi hayatı damardan soluyan dimağlarda kekremsi bir tat bırakabiliyor.
Saygıyı sorgulamaya ilk başladığım hadise, Filistin'de her an hür bir insan sırf Müslüman diye ölmekteyken bazı pervasızların çıkıp "dedeleri topraklarını satmasaydı" diyişiyle başladı. Öfkemiz o kadar haklı ve zulüm o kadar bizim haysiyetimize münhasırdı ki düşmedik bu tufaya. İlk kez sosyal medyada linçlenen bir insana karşı dalga dalga büyüyen öfkeyi suçlu bulmamıştım. Herkesin meşru bir saygıyı hak etmediğine en inandığım olaydı bu. Demek ki bugüne kadar hiç düşünmemiş ve herkese saygı duyulması gerektiğini kanıksamışım. Halbuki batı zulmü karşısında öldürülen çocukların olduğu herhangi bir denklemde, "dedeleri toprak sattı" demek hiç de saygı celbetmiyor. Neden saygı duyacakmışız ki buna? Üstelik yalan yanlış bilgilere mabadını dayayan safsatalardan bir demet. Ne hakikati yansıtıyor ne huzur veriyor ne de güven. Tüm bunları yapmaya mahir olmayan bir saygı, ne menem bir saygı ola ki.
Her şeye, herkese ve her fikre saygı duyma icbariyeti, son derece İngiliz gelmeye başladı bana. Kendisi dışında hiçbir insanın onur ve haysiyetine, yaşam ve mücadelesine saygı duymayan ve fakat bu hakikat ortaya çıkmasın diye insan hakları bildirgesi gibi bir safsataya tüm dünyayı inandırmış olan Batı’nın saygıdan anladığı ve dayattığıyla hakikatte saygı aynı değerde olabilir mi? Eğer Batı sana her halükarda saygı duy diyorsa orada yapmak istediği şey insanlık tarihine onur hasretmenin en asil usulü olan saygıyı yok etmektir. Evet bana göre saygı, insanlığa onurunu tevdi etmekle aynı şeydir.
Peki Batı bunu nasıl yapar? Her zaman yaptığı gibi tabii ki; değersizleştirerek sıradanlaştırarak ve günün birinde kayıtsız kılarak. Batı bu metotla çok büyük yollar katetti doğrusu. Bizim, ilke ve erdemlerle aramıza hep bu usulle mesafe koydu.
Gerçek şu ki her şeye saygı duyan biri, esasen hiçbir şeye saygı duyuyordur. Bizi, saygı üzerine düşünmekten, nedir ne değildir diye müzakere etmekten, karşımdaki insan bunu hak ediyor mu etmiyor mu diye muhakeme etmekten alıkoyan dünyanın en meşru afyonlarından biri haline gelmiş saygı. Meşruiyetini politik doğruculuğundan alır, afyonluğunu da bilince bir milim bile değmemekliğinden. Meşrudur çünkü tüm dünya saygı zabıtası gibi tüm enstrümanlarıyla seni denetler. Afyondur çünkü hayatımızın bir yerinde bunu öyle bir kabul etmiş, öyle bir kanıksamış, öyle bir sorgulamayı bırakmış ve öyle bir düşünmeden eyler olmuşuz ki afyon gelsin de insan nasıl uyuşturulur ders alsın.
Gördüm ki saygı, dünyanın en değersiz ve ne idiğine bakılmadan hoyratça dağıtıldığı bir paçavra halini almış. Şahsiyetim, yıllardır maruz kaldığı bir ıstırabın hesabını sorar gibi epeydir ensemde. "Ben kime saygı duyacağımı, saygıyı bir iktidar ilişkisi haline getiren ve tüm dünyaya icbar etmek marifetiyle tasallut olmuş Batı’dan öğrenecek değilim." diyor. Şayet Batı, herkese ve her düşünceye saygı duy diyorsa "Kimin ne söylediğini dinleme ve hiçbir düşünce seni etkisi altına alamasın ki seni ben yönetebileyim" demek istiyor. Her şeye saygı duymak ne büyük bir zokaymış sevgili dostum. Bir konuda muhakeme kasını çalıştırman gerekmemişse birinin şemsiyesinin altına girmişsindir. Biz herkese ve her fikre saygı duyarken hangi şemsiyelerin kevaşesi olduk bilmiyorum. Keşke hayatım bir film şeridi gibi geçse karşımdan ve bir şeylere saygı duyduğum her anı izleme şansım olsa ve adım adım size neleri kaybettiğimi yazsam.
Saygıyı bir ödev haline getirmişiz adeta. Kant'ın halt yemesiyle de iyice yekindi bu katliam belli ki. Saygı erdemini kan revan içinde bırakmışız, onu erdem olmaktan çıkarmışız, gündelik hayatlarımızda iki gram çıkarın hatırı için iktidar ilişkilerimize kalkan etmişiz, üstünlük yarışında bizi öne geçiren bir silah bellemişiz. Bir yanıyla böyle, çirkin fakat bir yanıyla da çok sefil bir hikaye yazmışız. Çünkü bazen de savaşmaktan yorulduğumuz için saygı duymuşuz, yığınlar karşısında çatışacak güç buladığımız için yılmışız, başımız daha fazla yanmasın diye susmuşuz, iktidarını dayatmasıyla mahir olanlara karşı baş kaldıramadığımız için sinmişiz ve tüm bu pes etmelerimizi kimsecikler görmesin diye hiç utanmadan saygı zırhını kuşanmışız. Öyle ya, tevekkeli değil politik doğrucu dedik.
Karaktersizin teki olduğunu biliyorum ama seninle mücadele etmeye gücüm yok, bu yüzden saygı duymuş gibi yapıyorum. Kendimi yalnız hissediyorum, eğer sana baş kaldırsam bana hoyratça saldırırsın ve o saldırıyla başa çıkamamaktan korkuyorum, bu yüzden saygı duymuş gibi yapıyorum. Dünyalık bir muradım var, kendi bildiğim gibi yürürsem bana onu vermezsin, senin istediğin gibi yürüyüp o muradı bana veresin diye saygı duymuş gibi yapıyorum. Daha neler!
Kötülüğüyle kimliklenmiş insanların yaptıklarına saygı duymak, bir de bu var. Bal gibi de biliyoruz o insanın kötü olduğunu ve bal gibi de biliyoruz hiç de saygıdeğer olmadığını. Fakat buna rağmen saygı duyabiliyoruz. Çünkü bizim, saygıyı kendi haysiyetinden mülhem doğuran yanlarımıza beton dökülmüş. Çünkü biz, karşımızdaki insan saygıyı hak ettiği için değil, düşünmeden saygı duyulması gerektiği için saygı duymuşuz. Çünkü biz, saygının iradi ve özgür bir meziyet olduğunu epeydir ihmal etmişiz. Özgürlüğün olmadığı bir yerde, ahlaki olandan bahsedebilir misiniz? Nalaka diye sormayın hiç. Saygıyı bir ödev ve gereklilik gibi icra eden bir insan tekinden özgür diye bahsedebilir miyiz? Özgürmüş o ve saygı duymuş diyebilir miyiz?
Dünyada olup biten herhangi bir hadiseye en son ne zaman düşünerek ve hissederek dünyanın en büyük haklılığı ve gönül rahatlığıyla saygı duydunuz? Çok uzun yıllardır, böylesine bir saygıyı sadece Filistin halkına karşı duyuyorum. İnsanlık onur ve haysiyetinden taviz vermeyen istiklal ve bağımsızlıkları uğruna gözlerini kırpmadan ölen ve tüm bunlar olurken yaşamaya da devam eden; evlenen, sevişen, çocuklar doğuran Filistin halkı.
Hülasa. Bir ara oturup duyduğumuz şeyin gerçekten saygı olup olmadığını anlamaya çalışalım. Elbet vardır turnusolları. Bende bu turnusol şu an çok sezgisel ama biliyorum ki sezgiyle akıl, tecrübi bir zeminde sevişmeyi çok sever. Henüz akla dökememişsem henüz bunu yapmanın usulünü duymadığımdandır. Bir de epey yorgunum, çok fazla pencere açılıyor, çok fazla yanılmışım hayatta.
Yorumlar
Yorum Gönder