UMUT ETMENİN YORGUNLUĞU
Umut etmenin yorgunluğu.
Bir bağlamı yok bu yazının, bir konusu, bir amacı da yok. Yaşama iştiyakımı yoran bir derdi terennüm etmeye geldim; umut etmek...
İnsanlar mütemadiyen umudunu yitirmekten bahsediyor. Yabancısı olduğum bir serzeniş. Burdan anladığım, umudun mütemadiyen yiteyazan bir şey olduğuydu. Oysa umuda, yitebilen bir şey gibi bakamıyordum. O ki Tanrı var ve varlığına iman ediyorsan umut, bitebilir bir şey değildi. Pandora'nın hikayesini bilirsiniz, namı diğer; Pandora'nın kutusu. Kendimcesini yazmakla uğraşmak istemedim. Siz, kendinizcesini bilirsiniz, bir yerlerde okumuşsunuzdur. İyisi mi ben, kendi derdime, kendimce devam edeyim. Pandora'nın kutusundan tüm kötülükler çıktı ve insanlık, kutudan çıkan her şeyi gerçekleştirdi, tüketti. Sadece bir şey çıkmadı kutudan ve bu, insanlığın sadece bir şeyi asla ve asla tüketemeyeceği anlamına geliyordu; umudu...
Öyleyse umut, alelade bir cümleye meze olabilecek kadar insanın indine bağlı bir şey değil diyelim. Demezsek ne? Biz demedik diye, bizim dediğimiz olacak değil ya. Mesela siz, umudumu yitirdim dediğiniz her an, umudunuzu yitirmiş mi oluyorsunuz? Şayet beyanınızda dürüst olmuş olsaydınız, her birinizin defalarca kez intihar etmiş olması gerekirdi. Umut, sanki Tanrı'nın ruhlarımıza doladığı görünmez yuları gibi. Göremediğimiz ve sahibi bizatihi Tanrı olduğu için umut, bizim nezdimizde üzerine söz söylenecek bir bağlam olmaktan çıkıyor. Biz ancak ve ancak umudun edebiyatını yapabiliriz. Yuların boynumuzu sıktığını hissettiğimizde kelebekler uçurabilir, varlığını duyumsamakta zorluk çektiğimizdeyse ağıtlar yakabiliriz. "Umudumu yitirdim" dediğimiz yer, belki de o ağıttır. Umudun yitişinin yitmiş olması değil, yitme ihtimalini duyumsama halimizdir. İhtimal, henüz gerçekleşmemiş bir varsayımdır. Gerçekleşmemiş olmaklığından güç alarak bu durum için bir "kaygı hali" yakıştırmasını yapabiliriz. O halde biz, "umudumu yitirdim" dediğimizde; o an bir kaygı tarafından ele geçirilmiş oluyoruz. Hepini toplasan bu eder.
Velhasıl, "umudumu yitirdim" diyen birini gördüğümde duygularını yeterince duyumsayamayan birini seyrettiğimi bilir oluyorum. Zira umut, yitebilen bir şey değil; tıpkı Tanrı'nın görünmediği, vicdanın hükmünün yitemediği ve kıyametin henüz kopmadığı gibi. Kaygı düzeyi yükselmiş, yular çok gevşemiş ve artan kaygıyla beraber yuların varlığını duyumsayamayacak kadar anksiyatik bir hal zuhur etmiş; tüm bu sürecin farkında olmak ve suhuletle göğüslemek yerine "umudumu yitirdim" demeyi tercih etmiş diyorum, eyvallah.
Benim nezdimde "umudumu yitirdim" demek (nolur abartıyorsun dememeye çalışın), "Tanrım artık senin varlığına inanmıyor ve insanlığın tam anlamıyla kara çaldığını düşünüyorum" demektir. Sanki umudumu yitirdim desem Rabbimi incitecekmişim, O'na ayıp edecekmişim gibi geliyor. Bu sekme bana hangi ara yüklendi bilmiyorum fakat yüklendiği günden itibaren dünya ve insanlık nezdinde son derece meşru ve geçerli olan bir serzeniş hakkımı yitirdiğimi biliyorum. O ki umudunu bile yitiremiyorsun, savaşmaktan ve behemehal yorulmaktan başka yolun yok, eğ başını, usul usul yürü şimdi. Böylece umudumuzu yitirmekten daha ağır bir imtihanın müdavimi olduk, eyvallah.
Umudun, mütemadiyen yittiği ihtimale tefrit diyeceksek hiç yitemediği ihtimale de ifrat diyeceğiz elhak. İlkelerin matematiği böyle söylüyor çünkü. O takdirde kendimi iyice bir sigaya çekmem gerekecek. Molla Kasım okusun ve beni sigaya çeksin diye yazıyorum; umudun, yitebilen bir şey olduğuna inanmayan bir insan, tüm suları koyvermek istediği zamanlarda, koyverme hakkının olmadığı ve bu sebeple koyveremediği umudun ağırlığını nasıl göğüsler? İfrattayım ve aksini düşünemiyorum. Zira umut etmek, benim nezdimde bilgi düzeyinde bir kabul değil; iman düzeyinde bir kabul. Haliyle bu dairenin içinden çıkamıyorum. Batı'nın tüm hayatsız filozoflarını da okudum, yine de çıkamıyorum. Tanrı'ya ve umut yularıyla hayatımı kendisine raptedişine meftunum. Zinhar çıkmak da istemiyorum. O halde zaman zaman, şimdiki gibi gelen bu "umut etme yorgunluğu", bir iman zaafiyeti midir? Yılın birkaç gününde, ışığımı gölgeleyen bu kara bulut, bana ne demek ister?
Gerçekleşeceğine dair umut etmekten kendimi alamadığım bir bahsin, umudumu yitirmek suretiyle gerçekleşmeyeceğine inansam her şey çok daha kolay olacak gibi geliyor. O halde bahsi kapatır, geri kalan bütün hayatımı da kapanmış bu bahsin alternatifinde yeniden hayal ederdim. Yeni bir hayat hayal ederdim, edebilirdim. Oysa ben bir bahsi kapatamıyor, o bahsi açanın ben olmadığımı bildiğim gibi kapatmanın da benim elimde olmadığını, iman düzeyinde biliyorum. Tüm dünyalık mesaim, bu bilişin altında sıkışmış ve yılın Sisifos günlerinden birini temaşa etmekteyim.
Bugün umut etmekten, her an umut edebiliyor olmaktan yoruldum. Sanki bugün, dünyamda yürüyen ben değilmişim gibiydi. Ayaklarım yere basıyor fakat yeri hissetmiyorum gibiydi. Sürekli ağlama arzusu nüksediyordu; bahane olarak da ailesini kaybeden bir çocuğu ve Taif'te taşlanıp "Beni kime bıraktın" diye Rabbine serzenen peygamberimi buldum.
Psikiyatr bir hocamız, "İnsan çektiği acıyı hiçbir zaman unutmaz. Acı çok tazeyken çok gürültülü ağlar fakat zamanla hayat, acının üzerinden olağan badireleriyle geçtikçe aynı ağırlığı duymayabilir. Acının bu evresindeyse ağlamamız yitecek diye bir şey yok; gürültülü olmasa da sessiz sessiz ağlarız. Hani aklınıza geçmiş bir acınız gelir ve yanaklarınızdan birkaç damla yaş süzülür; yürüyorsanız yürümeye, yemek yiyorsanız yemek yemeye, gülüyorsanız da gülmeye devam edersiniz ya, işte makbul olan demlenme böyle olurmuş. Bu çok kıymetli bir evredir ve insanın, acıyla hakkını vererek baş ettiğinin göstergesidir." Hocanın dediklerini manen rivayet ettim.
Umut etmekten yorulduğum zamanlarda, yılın Sisifos günlerinde işte böyle gün içinde sessiz sedasız yaşarıyorum.
Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği böyle bir şey mi?
Rabbim ben umut etmekten yorgun düştüm ve umut etmemeyi bilmiyorum. Sadrımı genişlet, çoğalt beni.
Yorumlar
Yorum Gönder